Canan PARLA

Anadolu Üniversitesi, Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi, ESKİŞEHİR,

Anahtar Kelimeler: Kemah,Mengücek Gazi,kümbet,kozmoloji,orta destek,altın oran,altıgen

Özet

Günümüzde yapılan araştırmalar, evrenin oluşumunu ve yaradılışını açıklamaya yönelik düşünce ve inanç sistemlerinin, bilinen en eski zamanlardan bu yana değişerek, dönüşerek sürekliliklerini koruduklarını göstermektedir. Toplumların en zor değişen gelenekleri arasında bulunan ölüm ritüellerinin içerdikleri kültürel devamlılıklar, dönüşümler, değişkenlik ve kopukluklar en iyi olarak mezar mimarisinde gözlemlenmektedir. Bu çalışmada, Orta Çağ Türk mezar mimarisinin önemli örneklerinden Kemah Mengücek Gazi Kümbeti'nde, özel olarak bani, sanatçı ya da adına yapıldığı kişinin, genel olarak toplumun bilinç düzeyinde bulunan kozmolojik temelli inanç ve düşünce sistemlerinin mimariye nasıl biçim verdiği gösterilmeye çalışılmıştır. Kümbetin mimari içeriğinin açıklanması, bir yandan yapının tasarım özelliklerinin açıklanmasını diğer yandan sanat ve mimarlık tarihimizde iz bırakan Orta Çağ Türk dünyasının içinde bulunduğu kültürel ortama ve bu ortamı hazırlayan kültürel geçmişe odaklanılmasını gerektirmiştir. Kümbetin cephe tasarımında, kareden gelişen altın kesit dikdörtgenine dayanan altın oranın kullanıldığı tespit edilmiş, yapının gövde ve cenazelik mekânının geometrik kurgusu ile cephelerini çevreleyen şeritlerle portalinde bulunan bezemelerine, 12. yüzyıl sonu, 13. yüzyıl başında Orta Çağ İslam dünyasında geçerliliğini koruyan İslam öncesi Türk kozmolojisinin biçim verdiği gösterilmeye çalışılmıştır.

1 O. C. Tuncer (1986), Anadolu Kümbetleri 1-Selçuklu Dönemi, Ankara: Güven matbaası, s. 107.
2 Ali Kemâli (1992), Erzincan Tarihi, Coğrafi, Toplumsal, Etnografi, İdari, İhsai İnceleme Araştırma Tecrübesi, İstanbul:Kaynak Yayınları, s. 210’da, Behram Şah Türbesi’nin günümüze gelemeyen kitabe yerinde bulunan izleri, “Behramşah oğlu Selçukşah” biçiminde okunmuştur. Ayrıca bkz., T. Özgüç (1962), “Mengücüklere ait bir Türbe”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi, Ankara 19-24 Ekim 1959, Kongreye Sunulan Tebliğler, s. 326.; Z. Bayburtluoğlu (1993), Anadolu’da Selçuklu Dönemi Yapı Sanatçıları, Erzurum: Atatürk Üniversitesi Yayınları, s. 68.’de, Ali Kemâli’ye dayanılarak Behram Şah Türbesi’nin Selçukşah adına, Mengücek Gazi Kümbeti’nin, Selçukşah tarafından 12. yüzyıl sonu-13. yüzyıl başlarında Mengücek Gazi adına yaptırıldığı ileri sürülmektedir.
3 H. Önkal (1996), Anadolu Selçuklu Türbeleri, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, 1996, s. 50.
4 Ali Kemalî, age, s. 209.
5 Z. Sönmez (1989), Anadolu Türk-İslam Mimarisinde Sanatçılar, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, s. 162.
6 Z. Bayburtluoğlu (1993), age,1993, s. 268.
7 H. Önkal (1996), age, s. 51.
8 Z. Bayburtluoğlu (1993), age, 1993, s. 268-269; Hakkı Önkal (1996), age, s. 51.
9 Z. Sönmez (1989), age, s. 162.
10 Ali Kemalî (1992), age, s. 208-209; H. Önkal (1996), age, s. 47, 50.
11 Ali Kemâli (1992), age, s. 209; Hakkı Önkal, age, s. 51.
12 Ö. Bakırer (1981), Selçuklu Öncesi ve Selçuklu Dönemi Anadolu Mimarisinde Tuğla Kullanımı, C.I-II, Ankara: ODTÜ Yayınları, C.I, s. 239’de, Orta desteğin, kırmızı tuğla topraklı dikdörtgen biçimli tuğlalarla aralarda, beyaz alçı harçla doldurulan derzler bırakılarak düz örgü tekniğinde örüldüğü anlatılmaktadır. Ayrıca, orta desteğin yatay derzlerine ince-yatay çizgilerin kazındığı, düşey derzlerine merkezlerinde daire biçimli küçük bir halkanın bulunduğu, kesişen iki çizgiden oluşan “X” biçimli bezemelerin kalıpla basıldığı belirtilmektedir. Derz bezemeleri için ayrıca bkz., age, C. II, şekil 12.
13 Ö. Bakırer (1981), age, C.II, şekil 84-85’de iç içe geçen daireler vasıtasıyla oluşturulan bu dekorasyonun üretiliş biçimi gösterilmektedir.
14 Ö. Bakırer (1981), age, C.I, s. 240.
15 Ö. Bakırer (1981), age, s. 237.
16 Ö. Bakırer (1981), age, s. 238, ayrıca bkz., age, C.II, şekil 24 a.
17 Ö. Bakırer (1981), age, s. 237-238.
18 O. C. Tuncer (1986), age, s. 361.
19 T. Yazar (2001), “Alt Katı Ortasında Ayak Bulunan Türbeler Üzerine İkonografik Bir Yaklaşım”, I. Uluslararası Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Kongresi Bildiriler, C.II, s. 457-460.
20 O. Arık (1967), “Erken Devir Anadolu-Türk Mimarisinde Türbe Biçimleri”, Anadolu (Anatolia), XI, s. 67.
21 O. C. Tuncer (1986), age, s. 244.; ayrıca bkz., T. Cantay (1979-1980), “Niksar Kırk Kızlar Kümbeti”, Sanat Tarihi Yıllığı, IX-X, s.83-105.
22 A. Godard (1934), “Les monuments de Maragha”, Société des études Iraniennes et de l’art Persan, S.9, s. 3-6; S. Kemal Yetkin (1959), İslam Mimarisi, Ankara 1959, s. 151.
23 T. Yazar (2001), agm., s. 457.
24 O. C. Tuncer (1986), age, s. 21.; S. K. Yetkin (1959), age, s. 153.
25 T. Yazar (2001), agm., s. 458.
26 F. Sümer (1990), Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, s. 3; N. Sakaoğlu (2005), Türk Anadolu’da Mengücekoğulları, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 44.
27 Ö. Bakırer, age, C.I, s. 236.; O. Cezmi Tuncer, age, s. 110’da Erken dönem Türk beyliklerinin 12. yüzyılın başında Anadolu’da tutunma savaşı verdiklerine dikkat çekilmekte ve Mengücek Gazi Kümbeti’nin bu yüzyılda inşa edilme olasılığının oldukça zayıf olduğu belirtilmektedir.
28 O. C. Tuncer (1986), age, s. 109.
29 F. Sümer (1990), age, s. 2.
30 İbni Bibi (1996), El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye (Selçık Name) I, Çev.: Mürsel Öztürk, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Milli Kütüphane Başkanlığı Basımevi, s. 7,12.
31 N. Sakaoğlu, age, s.36-38.
32 Mahmud el-Kâşgarî (2007), Dîvânü Lugâti’t-Türk, Çev.: Serap Tuba Yurteser ve Seçkin Erdi, İstanbul: yaylacılık Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti., s. 343.
33 N. Sakaoğlu (2005), age, s. 44.
34 S. H. Nasr (1985), Üç Müslüman Bilge, Çev.: Ali Ünal, İstanbul: İnsan Yayınları, s.57-58’de, Fârâbî’den (870-950) büyük ölçüde etkilenen, İbn-i Sînâ’nın bir yandan metafiziğe kaydığı, diğer yandan Taoist anlayışa yaklaştığı çalışmalarında Doğu yönünün, ışık ya da saf form dünyasını, Batı yönünün ise, gölgeler ya da madde dünyasını sembolize ettiği, maddî dünyada sıkışan insan ruhunun, kendisini kozmosa yönlendirecek ve kurtuluşa götürecek, bir rehberin yardımına ihtiyaç duyduğunun iddia edildiği belirtilmektedir.
35 A. Sayılı (1990), “IX., X. ve XI. Asırlar ve İslâm Dünyası Uygarlığında Önemli Katkısı Olan Kalburüstü Bazı Düşünürler ve Bilim Adamları”, Kutadgu Bilig ve Fârâbî, Uluslararası İbn Türk, Hârezmî, Fârâbî, Beyrûnî ve İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri, Ankara 9-12 Eylül 1985, Ankara:Başbakanlık Basımevi, s. 12-13.; E. Esin (1985), Türk Kültür Tarihi İç Asya’daki Erken Safhalar, Ankara:Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, s. 38-39.
36 S. H. Nasr (1985), age, 24-25’de, Aristo’nun en büyük yorumcusu ve izleyicisi olan Horasan’ın Vasic kasabasında doğan Fârâbî’nin, gençliğinde mantık ve felsefe çalışmak için Bağdat’a gittiği, oradan Harran’a geçerek Yuhanna İbn Heylan’ın öğrencisi olduğu, daha sonra Bağdat’a dönerek 941 yılında Hemdani’lerin Halep’teki sarayına girdiği ve Platon ile Aristo’nun görüşlerini birleştirmeye çalıştığı belirtilmektedir.
37 A. Sayılı (1990), agm., 1985, s.17-18.
38 E. Esin (1985), agm., s. 40’da, Gök kubbenin Kutup Yıldızı etrafında dönerek gece, gündüz ve mevsimleri değiştirdiğini düşünen Fârâbî’nin, vahdet-i vücûd nazariyesine yaklaştığı ve Assamâu’l-ûla olarak adlandırdığı en yüksek göğün, Kutup Yıldızı’nın bulunduğu gök olduğu ileri sürülmektedir.
39 M. Türker-Küyel (1990), “Kutadgu Bilig ve Fârâbî”, Uluslararası İbn Türk, Hârezmî, Fârâbî, Beyrûnî ve İbn Sînâ Sempozyumu Bildirileri, Ankara 9-12 Eylül 1985, s. 220-223’de, eserin, Tengriciliğe ve Atalar ruhuna inanç temelinde Kut kavramı yardımıyla, Fârâbî’nin felsefesi çerçevesinde, anlaşılabileceğine dikkat çekilmektedir. Ayrıca, herhangi bir varlığı olgunluğa ulaştıran sebep olan Kut’tan yani Tanrı’dan çıkıp Evren-Toplum ve İnsan’ı dolaştıktan sonra tekrar Kut’a dönüş hareketini, kutlanma hareketini anlattığı belirtilmektedir.
40 Yusuf Has Hacib (2006), Kutadgu Bilig, Çev.: Reşid Rahmeti Arat, İstanbul:Kabalcı Yayınevi, s 92-93’de, Tanrı, yağız yer ile mavi göğü, Güneş ile Ay’ı, gece ile gündüzü, zaman ile zamâneyi ve mâhlûkları yarattı (B13/3), s.110-111’de, Dünya için Güneş ve Ay’ı aydınlattı, Evreni (felek) yarattı durmadan döner; Onunla birlikte hayat da durmadan devreder (B22/125-126), s. 312-313’de, Evren anasından doğup adı verilince yolcu olarak zamane atına biner, gündüzü bir adım olur, gecesi bir adım, bu at onu ölüme götürür, benzini soldurur, bu dünya bir konak, mezarın ikinci konaktır; bundan sonraki ilk konak öteki dünyadır (B112/1388-1390), s. 332-333’de, Ruh uçup gidince vücut boş kalır; ruhun nereye gittiğini ancak Tanrı bilir. Ey devletli, onun yeri yüreklerdedir; Onun yükselmesi mutluluk, inmesi fekakettir. Şüphesiz, ona ikisinden biri nasip olur; O ölümsüz, uzun ve ebedi bir hayat sürmeye başlar (B/120/1524-1527), denilmektedir.
41 J. P. Roux (1995), Türklerin Tarihi Büyük Okyanus’tan Akdeniz’e İki Bin Yıl, Çev.: Aykut Kazancıgil, İstanbul: Doğan Yayın Holding A.Ş. s. 139.
42 A. Terzioğlu (1984), “Şimdiye Kadar Bilinmeyen Bir İbn-i Sînâ Portresi ile Yeni Bulunan Bazı Belgeler ve Son Araştırmalar Işığı Altında İbn-i Sînâ’nın Türklüğü Meselesi”, İbni Sînâ Çevresinde Türk Kültürü, Uluslar arası İbni Sînâ Sempozyumu Bildirileri, 17-20 Ağustos 1983, Ankara:Başbakanlık Basımevi, s. 32-33’de İbn-i Sînâ’nın Yusuf Has Hacib’in hocası olduğu; M. Türker-Küyel, agm., s. 219-234’de Yusuf Has Hacib’in, İbn-i Sînâ vasıtasıyla Fârâbî’nin etkisinde kaldığı belirtilmektedir.
43 S. H. Nasr (1985), age, s. 57-58.
44 O. Turan (1984), Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul: Nakışlar Yayınevi, s. 218, 247, dpn.31’de, İran’ın Suhreverd köyünde doğan Şihabüddin Yahya ibn Habeş ibn Emirek esSuhreverdi (1153-1191), Anadolu’ya gelerek Anadolu Selçuklu ve Artuklu saraylarında konuk edilmiş, Pertevnâme adlı eserini Anadolu Selçuklu meliki Berkyarukşâh, “Elvâh ul-İmâdiye” adlı eserini Harput Artuklu hükümdarı İmâdeddin bin Kara Arslan (1185-1203) adına yazdığı belirtilmektedir.; S. H. Nasr (1985), age, s.86-89, 104’de, Suhreverdi’nin ruh ile ilgili görüşleri şöyle özetlenmiştir: Her ruhun meleki alanda bir ön varlığının bulunduğunu kabul eden Suhreverdi’ye göre, bu varlık bedene girerken, ruh ya da bedenin ölümsüz melekî çekirdeği olan iç merkezi iki parçaya ayrılır. Parçalardan biri gökte kalır, diğeri beden zindanına iner. Bu yüzden insan ruhu dünyada daima mutsuzdur. Gerçekte diğer yarısını, göksel özünü aramaktadır. Melekî yarısıyla birleşip göksel durağını yeniden elde edinceye kadar kurtuluş ve mutluluğa eremeyecek, kozmik dehlizin yollarında sürdürdüğü gezintiyi sona erdiremeyecektir. Ona göre, bedenleri gökler, gökleri ruhlar, ruhları çeşitli düzeylerdeki melekler ve melekleri de tüm kainata hakim olan Işıklar Işığı yönetir. Ruhun ölümden sonraki durumu, bu hayatta ulaştığı bilgi ve ahlâki temizliğinin derecesine bağlıdır. Hayatta iken kutsallık ve aydınlığı kazanmış olan bilge, hakim, arif ve velilerin ruhları, bedenlerinden ayrıldıktan sonra melekler aleminin bile üstüne çıkıp Yüce Işığa yakın olmanın güzelliğini yaşarlar.
45 İbni Bibi (1996), age, s. 44.
46 N. Sakaoğlu (2005), age, s.185’deki Mengüceklilere ait soy tablosunda Behramşah’ın II. Kılıç Arslan’ın kızı İstemi Hatun ile evli olduğu gösterilmektedir.
47 İbni Bibi (1941), Anadolu Selçukî Devleti Tarihi, Çev: M. Nuri Gencosman, Ankara: Uzluk Basımevi, s. 37.
48 Nizami (1964), Mahzen-i Esrar, Çev.: M. Nuri Gencosman, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi, s. 35,37.
49 E. Esin (1985), age, s. 3-4; Emel Esin (2001), Türk Kozmolojisine Giriş, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, s. 39’da, Eski Türklerin, kâinatı silindir gövdeli kubbeli bir çadıra ya da üstünde çadır veya şemsiye bulunan, birinin Güneş’i diğerinin, Ay’ı temsil ettiği iki tekerlekli bir arabaya benzettikleri, yeryüzünü denizde yüzen dört veya sekiz köşeli bir düzlük, gök yüzünü kubbe biçiminde düşündükleri, dört asıl, dört ara yön ve merkezde olmak üzere dokuz saraya bölünen gök kubbenin merkezinde Gök Tanrı’nın sarayının bulunduğu Kutup Yıldızı’nın yer aldığını tasavvur ettikleri belirtilmektedir.
50 O. Turan (1947), “Selçuklu Devri Vakfiyeleri I. Şemseddin Altun-Aba Vakfiyesi Ve Hayatı”, Belleten, XI/42, s. 197-211’de, II. Rükneddin Süleymanşah devrinde düzenlenen 1202 tarihli Şemseddin Altun-aba Vakfiyesinde, yoksulların kefenlenme, mumyalanma ve gömülme masrafları için tesis edilen vakıflardan bahsedilmesinin, sadece sultanlarla devlet adamların değil, halkın da mumyalandığını göstermesi açısından önemi büyüktür.
51 O. Turan (2006),“Ortaçağ Türkiyesi’nde Türkler ve Yerliler”, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı I., Ankara: Desen Ofset A.Ş., s.467-471’de, 1219 yılı Aralık-1220 Ocak ayında gerçekleştirilen I. İzzeddin Keykavus’un cenaze töreninde, I. Alâeddin Keykubad ve devlet adamlarının yas işareti olarak külâhlarını çıkarttıkları, Selçuklu sultanları ve beylerinin cenaze alaylarında eski yuğ (matem) merasimlerinde olduğu gibi başlarını açtıkları, elbiselerini tersine çevirerek giydikleri, saçlarını kestikleri, atlarının eğerlerini tersine yerleştirdikleri anlatılmakta ve bu usullere Mevlâna’nın da uyduğu belirtilmektedir.
52 E. Esin (1985), age, s.41; Ü. Erginsoy (1978), İslam Maden Sanatının Gelişmesi (Başlangıcından Anadolu Selçuklularının Sonuna Kadar), İstanbul: Kültür Bakanlığı yayınları, s. 173’de, Yedi cevherin (maden) birlikte kullanılmasının erken dönem Anadolu Beylikleri’nde de görülen köklü bir gelenek olduğunu gösteren, yüzeyine, yedi gezegenin sembolü işlenmiş bir Artuklu aynası tanıtılmaktadır. Kitabesinde, 1153 tarihinde bir Artuklu prensesi için yedi madenin alaşımından imal edildiği belirtilmektedir. Kitabede ayrıca, “Bu uğurlu ayna, ağız felcini iyileştirecek, doğum sancılarını ve bütün ıstıraplarını dindirecektir” denilmektedir. Yedi ayrı madenin, yedi gezegenle ilişkilendirilerek kullanılması, aynanın tılsım gücünün arttırılmasına yönelik bir çaba olarak değerlendirilmektedir. Orta Çağ İslam dünyasında altınla Güneş, gümüşle Ay, bakırla Venüs, kurşunla Satürn, kalayla Jüpiter, demirle Mars, civa ile Merkür ilişkilendirilmektedir.
53 B. Ögel (1993), Türk Mitolojisi (Kaynakları ve Açıklamaları ile Destanlar) I, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, s. 100.
54 B. Ögel (1993), age, s.101.
55 A. Schimmel (1988), Sayıların Gizemi, Çev.: Mustafa Küpüşoğlu, İstanbul: Kabalcı Yayınevi, s.170-171’de, Kadim Babil’de, sekiz sayısının, Tanrıların tapınağın sekizinci katında oturduklarına inanıldığı için Tanrıların sayısı olarak kabul edildiği, Müslüman inancında, sekiz cennetin bulunduğu, Yahudi ve Hristiyanlarda sekiz sayısının, şans işareti olarak algılandığı, sünnet, vaftiz ve dirilişin sekiz sayısıyla bağlantılı görüldüğü belirtilmektedir.
56 T. Yazar (2001), agm., s. 460.
57 M. Eliade (1992), İmgeler Simgeler, Ankara: Gece Yayınları, s. 21-27.
58 R. Stein (2001), Le Monde en Petit Jardins en Miniature et Habitations dans la Pensée Religieuse d’ExtrémeOrient, Paris: Flammarion, 178-181.
59 W. Bang-A. Von Gabain (1929-1934), Türkische Turfan Texte, C.I, Berlin:Verl der Akad der Wiss, s. 13’deki satır 143-144.; R. Stein (2001) , age,189-190’da, Tibet ve Çin’de gök merkezi için, gök desteği ve gök kapısı ifadelerinin kullanıldığı belirtilmektedir.
60 E. Esin (1985), age, s.28-30, 41.
61 E. Esin (1985), age, s. 59.
62 R. Stein (2001), age, s.183., s. 200’de, değişik gök kapısı temaları ile karşılaşılan taoist mistik dolaşım ve ruh çağırma ritüellerinde, ruhun yolculuğuna güneyden başladığı, burada kendisine yol gösteren taoist bilge ile karşılaştığı, daha sonra kapı koruyucularının açtıkları kapıdan geçerek göğün dokuzuncu katına çıkarak Yüce Tanrı’nın sarayına girdiği ve oradan saf gök merkezini seyrettiğinin kabul edildiği; s. 205’de, Gök ve Yer Kapıları konusunu ele alan araştırmaların, ruhun spiral biçimli hareketlerle göğe çıktığının kabul edildiğini ortaya koydukları belirtilmektedir.
63 E. Esin (1985), age, s. 51.
64 E. Esin (1985), age, s. 3.
65 R. Stein (2001), age, s.192.
66 M. Eliade (1992), age, s. 27-33.
67 O.C. Tuncer (1981), “Doğu Yönünün Türk Kültüründeki Yeri ve Mezar Mimarimize Etkisi”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler, C.II, s. 915-919.
68 K. Crictchlow (1995), Islamic Patterns, an Analytical and Cosmological Approach, Slovenia: Thames and Hudson, s. 60’da, İbn-i Sînâ’nın dokuz sayısını cennet ve akılla ilişkilendirdiği belirtilmektedir.
69 A. Schimmel (1998), age, s.135’de, İlk erkek (2) ve ilk dişi (3) sayının çarpımı olan geometrinin nokta, çizgi ve üçgen ile ifade edilen tüm düzlemsel şekillerini özetleyen, ideal kapalı yapı olarak kabul edilen küpü belirleyen 6 sayısı, mükemmel olduğu için Tanrı’nın dünyayı altı günde mükemmelleştirdiğinin ileri sürüldüğüne değinilmiştir. s.137’de, Orta Çağ İslam gizemcilerinin, dünyayı içinde hapis oldukları kübik bir mağara olarak algıladıkları, Hermetik gelenekte, biri yukarı diğeri aşağı doğru iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan altı kollu yıldızın makro kozmosu temsil ettiği belirtilmiştir.
70 K. Critchlow (1995), age, s.159.
71 K. Critchlow (1995), age, s.58.
72 K.Critchlow (1995), age, s.150’de simgesel olarak sonsuz potansiyele sahip olan altı kollu yıldız biçiminin yukarıya bakan ucu ile insanlığı gökyüzüne doğru yönlendirirken, aşağı bakan ucu ile düşüncelere işaret ettiği belirtilmektedir.
73 I. Lars Rigbom (1963), “Die Burg Der Magier”, Beitrage Zur Kunstgeschichte Asiens, In Memoriam Ernst Diez, İstanbul: Baha Matbaası, s. 288-300.
74 E.Esin (1972), “KÜN-AY”…, s. 314’de Güneş ve Ay’ın dairevi biçimlerinin bulunduğu, s. 315’de Güneş’in genellikle alp ve hükümdar sembolü olduğu, Kün kelimesinin hem Güneş hem gün manasına geldiği ve ortasında tek nokta olan daire biçimiyle gösterildiği, aynı biçimde resmedilen dolunayın ise Güneş’den ayırt edilebilmesi için etrafına iki çizgi çizildiği belirtilmektedir. Ayrıca bkz., B. Karamağaralı (1993), “İç içe Daire Motiflerinin Mahiyeti Hakkında”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar, Güner İnal’a Armağan, Ankara: Bizim Büro Basımevi, s.249-261.
75 N. Şaman (1993), “Konya Sadreddin Konevi Camii, Mihrap Süslemesi”, Sanat Tarihinde İkonografik Araştırmalar, Güner İnal’a Armağan, Ankara: Bizim Büro Basımevi, 1993, s. 443.
76 H. N. Orkun (1994), Eski Türk Yazıtları, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, s. 620-623, 659, 681.
77 H. Tarcan (2006), Tarihin Başladığı Ön-Türk Uygarlığı Resmi Tarihin Çöküşü, İstanbul: Töre Yayın Grubu, s. 210, 218.
78 E. Esin (2003), Orta Asya’dan Osmanlıya Türk Sanatında İkonografik Motifler, İstanbul: Pamuk Ofset, 61’da Kün-Ay sembolünün. proto-Türk sayılan Choulardan beri en yüksek derece parlaklık ve töre verici mertebeye erişildiğini gösteren bir simge olarak hükümdarların parlaklık simgesi olarak kullanıldığı belirtilmektedir.; E. Esin (1972), “KÜN-AY”…, s. 336-337’de, Güneş ve Ay’ın Uygurlarda kut sembolü olduğu, Kün-Tengri, Ay-Tengri ve Kün-Ay Tengrinin bulunduğu, Kün-Ay’ın beylik kutu olduğu belirtilmektedir. Kün-Ay sembollerinin hükümdar damgalarında, kozmik şahsiyetlerin taçlarında kullanıldığı anlatılmaktadır.
79 R.Stein (2001), age, s.190.
80 E. Esin (1972), agm., s.315 de, Daire biçiminde resmedildiğinde Güneş’ten farkını belirtmek için Ay’ı simgeleyen dairenin iki çizgi ile çevrelendiği belirtilmektedir.
81 A. Schimmel (1998), age, s.99-102. Pisagorcular, kare biçiminden yola çıkarak 4 sayısını ideal sayı olarak kabul etmişlerdir. Antik dönemde ve Orta Çağ’da 4 sayısı, dünya ve düzenin sembolü kabul edilmiş, ruhsal düzen imgesi olarak dört ana yönü gösteren mandalarda ve sanatın her alanında kullanılmıştır. İlk insanlar Ay’ın hilal, büyüme, dolunay ve küçülme biçiminde birbirini tekrarlayan dört aşamasını gözlemleyerek 4 sayısının Ay ile ilişkisini tespit etmişlerdir. Asya, Avrupa ve Maya kozmolojilerinde, dört yön ve dört rüzgâr, yaşamın bütünü için gerekli koordinatları sağlamaktadır.
82 M. Cezar (1977), Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul: Baha Matbaası, s. 206’daki Resim:168, s. 210’daki resim:174, s. 212’daki resim:176.
83 E. Esin (1972), agm., s. 314.; A. Schimmel, age, s.100’da, Hristiyanlıkta kare içine alınan haçın Hz. İsa’nın gücünün simgesi olarak kullanıldığı belirtilmektedir.
84 R. Stein (2001), age, s. 170-171.
85 Mehmet Suat Bergil (1988), Doğada/Bilimde/Sanatta Altın Oran, İstanbul: Met/er Matbaası, s. 11.
86 Yusuf Has Hacib (2006), age, s.55.