Mustafa S. KAÇALİN

İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, İstanbul/Türkiye.

el-BÎRÛNÎ, Ebu’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed (973-1061): Kıymetli Taşlar ve Metaller Kitabı (el-Cemâhir fî maʿrifeti’l-Cevâhir): Biyografi ve Arapça Orijinalinden Tercüme: Emine Sonnur ÖZCAN, Ankara 2017 (Haziran 28), XXVIII+380 s. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları IV/A-1.6. Dizi - Sayı: 3.[1]

Büyükler, kitabın eskisi hocanın yenisi makbuldür, demişler. Çığır açan kitaplar hep ilkler ilkeller ve küçük hacimliler olmuş. İktisatçı Ernst Friedrich SCHUMACHER [1911-1977]’in “Küçük Güzeldir” (Small is beautiful, London 1973) isimli dikkat çekici bir kitabı var. Küçük kitaplar büyük iz bırakmış, değer olan değerli olan kitapları öylesine sıralarsak: Platon (Eflatun), Devlet, Sokrat, Müdafaalar, İmam-ı Aʿzam, el-Fıkhu ’l-Ekber [En büyük İslam hukuku], Gazzâlî, el-Munkizu mine ’d-Dalâl [Dalaletten Kurtuluş]. Bîrûnî de bu büyüklerden biri. Yazdığı eserleri ele aldığı konuları tekrar tekrar ele almak araştırmak derinleştirmek taze tutmak köke ihtiyacı olanlar için elzemdir. el-cemâhir fî maʿrifeti ‘l-cevâhir [=Kıymetli Taşlar ve Metaller] in bu bakımdan tercümesinin Türk okuyucusuna sunulması isabetli olmuş, bizi bilgilendirmiştir. Aşağıda tercümede görülen bazı zühuller üzerinde hatırlatmalarda bulunulacaktır:

XI. s. Topkapı Sarayı Kütüphanesi (2047 … : Doğrusu Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi III. Ahmed Kitapları (2047 … olacaktır.

4. s. Duyular hissedilme yoluyla harekete geçer. Mûtedil olan, duyulara hoş gelir; aşırılık olmadıkça cefa ve acı çekilmez. Yerine “Duyular, acı verici bir aşırılıktansa haz verici itidallilikten etkilenir.” anlatmak daha anlaşılır olmalı.

7. s. Aʿşa benî Rabîʿa’daki benî ne nasıl anlamak gerekir?

12. s. 63. n. Âl-i İmrân Sûresinin adı Farsça tamlama ile vermeği gerektirecek bir zaruret görülmüyor.

25, 257-259, 261, 262, 269. s. bâzezehr : Doğrusu bâḏ-zehr (panzehir ‘zehirkovan, antizehir’) olmalı.

28. s. Fâris bölgesi : Doğrusu Fârs bölgesi olmalı.

29. s. Dâr’ül-İslâm : Doğrusu Dârü ’l-İslâm olmalı.

31. s. Erdeşîr : Doğrusu Erdşė̄r olmalı (STEINGASS, A Comprehensive Persian-English Dictionary, 35b. s.).

48. s. el-Merîh : Doğrusu el-mirrīḫ olmalı. Türkçesi Bakır sukım olarak verilebilir.

49. s. Saraşk : Doğrusu sirişk olmalı. (balḫ STEINGASS, 197a. s. sirişk 675a. s.) sirişk Anberbāris ki ḳadınṭuzluġı dėdikleri mīvedir. Bir ḳavlde o mīveniŋ ḫaşebine sirişk dėnir. Belḫ diyārına maḫṣūṣ bir şecer adıdır. Āzād-diraḫt daḫı dėrler. ʿİnde ’l-baʿż çiçege ıṭlāḳ olunur (at-TABRÎZÎ, tibyān-i nāfiʿ dar tarcama-yi burhān-i ḳāṭiʿ, 352. s.). āzād-diraḫt Bir şecerdir, ki Gürgān diyārında zehr-i zemīn, Fārs ülkesinde ṭāḳ u taġek, ʿArabīde ʿalḳam ve şecereyi cerre (?) dėrler, mīvesine ḥanzal dėrler. Bu şeceriŋ ḥaḳīḳatinde ve Türkī isminde ḳatı çok ıżṭırāb ve iḫtilāf ėdip ʿāḳıbet Îrān diyārına maḫṣūṣ tesbīḥ aġacınıŋ kebīr nevʿinde ḳarār vėrdiler. Yapraġı aġı aġacı gibi semūmdan olmaġ-ıla ḥayavānātı ḳātildir. Baʿżılar şecer-i ṭāḳ ile tefsīr ėtdi ki Türkīde sügsük aġacı dėdikleridir. Andan odun ėderler, odunınuŋ ātişi ḫaylī müddet söynmez durur. ʿArabīde guḍād dėrler, daġdaġan aġacına da dėrler. Bizim diyārlarda kes̠īrdir. Meneviş ve üzümlük gibi salḳım salḳım, dāneleri noḫūd ḳadar ve çekirdekli me’kūl s̠emeri olur (35. s.).

55. s. Kitâbu’l Ahcâr : Doğrusu Kitâbu ’l-Ahcâr olmalı.

88. s. Enûşirevân adının doğru yazılışı Enoşė̄rvandır. (STEINGASS, 116a. s.)

88. s. Tibet Miski Türk hakanı ile münasebetlendirilince Hoten miski olmalı.

120. s. yurkân taşı : Doğrusu yarakân ‘sarılık’ taşı olmalı. Lubya : Doğrusu Nûbye olmalı.

131. s. tele’le’ vechu yüzü parlıyor : Doğrusu tele’le’ vechun bir yüz parlıyor olmalı.

132. s. tu’âme tu’âmiyye : Doğrusu tev’eme tev’emiyye olmalı.

133. s. heycumâne bu doğru okunan kelimenin doğru karşılığı ‘şehdane inci’dir. al-FÎRŪZĀBĀDÎ, al-ūḳyānūsu ‘l-basīṭ fī tarcamati ’l-ḳāmūsi ’l-muḥīṭ, 3/579. s. cumāne yerine cumân 3/610. s. nutfe karşılığı damla yerine atmık olmalı. 2/850. s.

133. s. hûsa yerine ḥavṣa olmalı. 2/375. s.

133. s. taymiyye (çamur) > tîniyyenin yazılış yanlışı olmalı. el-husal yerine el-husle olmalı. 3/196. s.

136. s. Malluh : Doğrusu Mulavvah olmalı. Kelime İngilizce çevirisinde de yanlıştır (91. s.). Bk. Ḳays b. al-Mulavvaḥ (al-Macnūn) ve Dīvānı, Hayatı hakkında bir araştırma ile Dīvān’ın tenkidli metnini hazırlayan Şevkiye İNALCIK, Ankara 1967, XII+45+117+[II] s. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları No. 166. Doğu Dil ve Edebiyatları Araştırmaları Enstitüsü Sayı: 2.

149. s. Hintçe’de inciye muti denir. : Doğrusu Hintçede inciye motī denir, olmalı. (KIDAMBI-KAYA, Hindî-Türkçe Sözlük, 261b. s.) İngilizce çevirisinde doğrudur (102. s.).

150. s. peşkî [=koyun pisliği] : Doğrusu pişk ~ puşk STEINGASS, 252b. Koyun, keçi ve ahu fazlasına denir kığ tabir olunur. DLT aġıl ʿinda ’l-ġuzziyyati rawtu ’l-ġanami. || ḳōy mayaḳı ay baʿru ’l-ġanami. || īn huwa fartu ’l-ġanami. Luġatun fī ’l-yā’i || ḳōy yini ay fartu ] ’l-ġanami. Kâşġarî, dîvânu luġâti ’t-turk, Yazma: [49-25a/11], [518-259b/11], [36-18b/13] [446-223b/13] || bâdriskînin karşılığı olarak “İğ örme yuvarlağı” için bādrīs Ağırşak tabir olunan nesnedir ki iplik eğirilen iğe geçirirler, gönden ve tahtadan dahı düzerler. Arabîde feleke derler.

151. s. el-Muzennar türü ismini [Farsça] kemerbest [kemerlenmiş] sözünden almıştır. Yamuk bel anlamında, kûjpeşt olduğunu düşünenler de vardır. Bu cümle şöyle olsa daha münasip olurdu: el-Muzennar [zünnar kuşanmış] türü ismini [Farsça] kemer-best [kemer bağlamış] sözünden almıştır. Yamuk bel anlamında, kûj-puşt (STEINGASS, 1061b. s.) [kambur sırt, skolyozlu] olduğunu düşünenler de vardır.

151. s. senderûs : Doğrusu sandaros olmalı (STEINGASS, 701a. s.).

152. s. haşk âb : Doğrusu huşkâb (DİHḪUDĀ, Cavhar-nāma, ḫuşkāb). ḫuşk ‘mat’ ḫoş ‘parlak’ manasında.

158. s. İbnu’r-Rûmî der ki:

Fazîlet, kiloca hafif olanlar dışında, ağırlarda az bulunur

İnci ipe dizilse de incinin şerefi ona iple verilen düzeni reddeder

: Doğrusu

İbnu ’r-Rûmî der ki:

Ağır olanlarda pek az fazîlet bulunur, büyük inci ipe dizilir de, incinin izzeti ipe dizilmesine razı olmaz.

s̠iḳāl ‘gramajı ağır’ ve ḫifāf ‘gramajı hafif’.

178. s. kunduz (= cundu bāstar) kokusu : Doğrusu kunduz hayası (cundu bė̄dastar < Farsça gund-i bė̄dastar) kokusu olmalı.

180, 203. s. Ebû İshâk el-Fârisî : Doğrusu Ebû İshák el-Fârsî olmalı.

189. s. Ebû Bekir el-Fârisî : Doğrusu Ebû Bekr el-Fârsî olmalı.

193. s. sarra man ra’á > Samarra. Şöyle bir not düşülebilir. Ar. sâmarrâ’. Tikrit ile Bağdâd arasında, Dicle’nin doğu kıyısında bulunmaktadır. Abbasîlarin eski yönetim merkezlerindendir. İlk biçimi Arapça olmamalıdır. 1. Sam-râh, Sa-i Amorra ve Sa-i morra. Nûh ʿaleyhi ’s-selāmın oğlu Sâm’a yapılmış bir şehir olduğunu ve ona oranla Sam-râh ‘Sam yolu’. Pehleviceden geldiği söylenir: Sa-i Amorra ve Sa-i Morra ‘verginin ödendiği yer’ Yâkût, Muʿcamu ’l-Buldân, 3/173-174. s. 836 yılında Halife Muʿtasım çağında onun Türk başbuğu Aşnas tarafından kurulmuştur. 836’dan 889’a değin yedi Abbasî halifesinin oturduğu şehirde halife sikkeleri üzerinde surra man ra’á ‘gören sevindi’ biçiminde yazılmıştır (KOÇAK, İnci, “Bazı Arap Ülke ve Şehir Adları”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Dergisi, Ankara 1993, XXXVI. c. 1-2. sy. 133. s.).

222, 269-271 Ḫutu: Kıtay Ḫan’ın ulağı bunun öküzün alın kemiği olduğunu söylemiştir. İnsanlar onu saklarlar; çünkü eğer o bir zehre yaklaştırılırsa nemlenir. Bazıları bunun (boynuzburun) gergedanın alnından alınma bir kemik olduğunu söylemişlerdir. Buna rağmen başkaları, böyle bir boğanın Ḫırġız (Kırgızistan) bölgesine ait olduğunu tahmin etmişlerdir. Bazıları ise daha ileri gitmiş, hayvanın endemik olduğunu ve onun etinin çok bol olup, onun asılıp kolayca yüzüldüğünü söylemişlerdir. || İbráhîm-i Sindânî, bir defa Çin [Taklamakan?] çölünde bir kavmi ziyaret etti ve şu bilgiyi verdi: “Güneş batmak üzereyken halkın atlarından inip, bu hayvanlara eşlik ettiklerini, yere kapanıp secde ettiklerini ve kendisinin de yere kapaklandığını, secde ettiğini” söyledi. Bu merasim güneş gözden kaybolana kadar devam etmekteydi. İbrahim insanlara neden böyle yaptıklarını sorduğunda insanların güneşin kuş şeklinde bir tanrı olduğunu düşündüklerini, bu kuşun kimsenin yaşamadığı Çin ve Zenc arasında kıraç bir yerde yaşadığını, ehlileştirilmemiş muazzam büyük fillerle beslendiğini ve ona ḫutu dendiğini söylemişlerdir. Ḫutu için ḫan ve ḫatun[2] kelimeleri de kullanılır. Bu ḫatu ḫutu’nun boynuzunun bir kısmıdır, çok nadirdir, zor bulunur. || Ben Ḫıtay Ḫan’ın ulaklarından ḫutu hakkında bilgi istediğimde onlar bana insanların onu sevdiğini ve zehre yaklaştırıldığında nemlendiğini söylediler. Onlar bunun bir boğanın alnından alınan bir kemik olduğunu da ifade ettiler. || [Kitaplarda bu bilgilere şöyle bir bilgi eklenmiştir: “Bu boğa Kırgızistan’da bulunur. Ancak biz onun (bu kemiğin) iki parmak genişliğinde olduğunu görürüz, özellikle Türk boğalarınınki daha da küçük müdür? Onların boynuzları daha küçüktür. Hatta eğer birisi bu açıklamayı kabul ederse onu Kırgızıstan’daki keçiler şeklinde değerlendirmek yerinde olur. Bu kemik özelikle Ḫorasan ve Irak’tan getirtilmemişse bu özelliklere sahiptir. Bazısı onun hakkında fīl-i māī (su fili) denen karkaddan-ı māī’nin alnı olduğunu söylemiştir.] (el-Beyrunî, Kitâbu’s-Saydana fî ’t-Tıb: Yazma: 56a yr. Türkçesi: 183-183. s.) PALAV, P. S. / PALLADIUS, Kitaysko-russkiy slovar’ / Chinese-Russian Dictionary, Pekin’ / Beijing 1888, Cilt I, 504. s. JACOB, G., Ein arabischer Berichterstatter aus dem 10. Jahrhundert, Berlin, 1896, 56. s. WIEDEMANN, Eilhard, “Über den Wert von Edelsteinen bei den Muslimen”, Der Islam, Vol. II, 1911, 345—358. ss. JACOB, G., Der Islam, Vol. III, 1912, 185. s. RUSKA, J., Der Islam, Vol. IV, 1913 (May), 163. s. LAUFER, Berthold, “Arabic and Chinese Trade in Walrus and Narwhal Ivory [=Arap ve Çinin mors[3] ve narval[4] ticareti”, Tʿoung Pao XIV/2 (Leiden 1913), 315-370. s.

Ḫutu[5] Bir balığın boynuzudur; Çin’den getirilir. Bazılarına göre bir ağacın köküdür. Ondan bıçak sapı yapılır. Bir yemekte zehir bulunup bulunmadığı bununla sınanır. İçerisinde bu bulunduğu zaman çorba, kımıldamağa başlar. Ateş olmadığı hâlde yemek kaynar ya da kap buğu çıkarmaksızın terler (Kâşġarî, dîvânu luġâti ’t-turk, Yazma: [541-271a/3] - [541-271a/6] yr.).

Ḫutu 5 reng teg asrı cilā bėrilmiş bolġay ḫutunı ve anı ḫutudın anıŋ birle tanımaġa bolġay kim ḳaçan bıçaḳ 6 birle yonsalar anıŋ rengi kėtgey ve ḫutunıŋ rengi öz ḳararında bolġay ve ḳayın aġaçı tüpindin bıçaḳ desteleri ḳılġaylar 7 ve reng ḳılġaylar asrı körklü bolġay faṣl anı bilmekde ve ḫāṣṣiyyetin aŋlamaḳda ol pīl süvegi-turur 8 ve cevheri bar asrı körklüg pūlād cevheri teg kiçig uluġ ve ʿizzetdin özge ḫāṣṣiyyeti yoḳ 9 ḫıtay şehrlerinde tamām ʿizzeti bar andın taraḳlar ḳılġaylar ve saçḳa soḳġaylar taḳı özge tertībler ḳılġay 90a 1 ve anıŋ bireri sarı bolġay ve eger inek süti birle ḳaynatsalar asrı aḳ bolġay faṣl ābnūsnıŋ 2 ḫāṣṣiyyetinde ve ol bir ḳara aġaç-turur kim zengibār sāḥilindin keltürürler ve anıŋ tėrisi aḳ ve asrı aġır 3 asrı aġırlıḳındın yana suw birle kelgey yaḫşı ḳatıġ bolġay ol sebebdin kim hė̄ç anda yoḳ andın körklüg 4 nerseler ḳılġaylar ve a birle işlegeyler çün ābnūsnı yandursalar ḫoş ıdıġ kelgey ve eger suw birle ėzip közge tartsalar aḳlıḳ 5 közdin kėtergey ve küymiş endāmġa sėpseler fāyide ḳılġay ve ḳavuḳtaġı ḳumnı yumşatġay ve ḳarın aġrıġına eḏ bolġay 6 faṣl ḫutunı ve anıŋ ḫāṣṣiyyetini bilmekde ve ḫutunı bazı ayturlar kim yılan başı-turur ammā ḫutunıŋ ḥaḳīḳatı 7 cānverī-turur öküz megiz ve ġaznī vilāyetinde bolġay türkistān tevābiʿindın şimāl sarı ol vilāyetlerde köprek bolġay 8 ve ol kim bıçaḳ ve ḳılıç destesi ḳılsalar anıŋ süvegi-turur ve sarı renglıġ bolġay ve naḳşlar bolġay anda ḳızılġa māyil- 9 -ni yigit cānverlerdin ḳılsalar ḳıġ muḥkemraḳ bolġay ve ṣafī ve ḫoş rengraḳ bolġay ve ol kim 90b 1 pīr yemiş bolsa tonuḳ renglıġ ve kiçig bolġay ve pādşāhlar anı köp bahā birle alġaylar çın sarı 2 yaḫşı alġaylar ve ögülmiş tutḳaylar ve maġribde ve özge vilāyetlerde munteg keltürüp tururlar kim mıṣr ḫalfaları rozgārında bir bāzārgān 3 bir uluġ bıçaḳ destesi ḫutu tişindin mekkege ėltmiş erdük onlar ḫutunı ṭaleb ḳılur ermişler bıçaḳnı miŋ altun-ı 4 mıṣrīġa aldılar kim anıŋ ḫāṣṣiyyeti ol-turur kim her kim özi birle tutsa zehr aŋa iş ḳılmaġay ḳaçan zehr 5 anıŋ yavuġına yetse tė̄z ol ḫutu süveginde bėlgürgey bu sebebdin pādşāhlar maṭlūbı-turur (KURTULMUŞ, Fatih, Tansukname-i İlhânî (Giriş-Metin-Notlar-Sözlük), Ardahan 2020, 122-123. s. 89b4-90b5 yr. Ardahan Üniversitesi Lisansüstü Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Türk Dili Bilim Dalı Doktora Tezi).

Ḫutu: Boynuzları herkes tarafından çok aranılır ve az bulunur. Tansūḳnāma’de[6] bazıları yılanın kemiğinin olduğunu söyler ve bazıları bir ineğe benzeyen hayvanın boynuzu olduğunu söylerler; rengi sarıdır ve büyük gelir sağlar, genç hayvan yaşlı hayvandan daha iyidir. Hususiyetleri. Bunu taşıyan kimse üzerinde zehrin hiçbir etkisi yoktur ve ne zaman zehir görülmeğe başlandığını üzerinde taşıyan kişi ter döktüğü için algılar (al-Ḳazwînî, Hamdullâh al-Mustaufî [ö. 1340’tan sonra], Nuzhatu-l-Ḳulūb: J. STEPHENSON, London 1928, Metin 20. s. İngilizcesi: 14. s.).

Ḫutu: Nüzhetü ’l-ḳulūb’da meẕkūrdur ki ḫutudan murād şāḫdur. Tansuḫnāme’de vāriddür: Baʿżı ḳavli üzre ḫutu bir māruŋ şāḫı yaʿnī boynuzıdıır ve baʿżı ḳavli üzre ḫutu baḳar gibi bir ḥayavānuŋ ḳarnıdur ve aṣferü ’l-levn olur ve ḳıymet-i tāmmesi vardur ve bu ḥayavānuŋ tāzesinüŋ karnı müsinnüŋ ḳarından aḥsendür. Ḫāṣṣiyyeti budur ki bu şāḫı götürene semm te’s̠īr ėtmez ve bu götürenüŋ meclisine semm getürseler bu şāḫ ʿaraḳ-rė̄z olup ḥāmili ḥiss ėder (Âşık Mehmed, Menâzırü ’l-Avâlim, [3/1358. s.] 2/130a yr.).

Ḫutu: Bir ḥayvān boynuzıdur ki enfes-i eşyādandur. Selāṭīn ḫazīnlerinde bulunur. Ḥāmiline zehr te’ṭīr eylemez. Zehr aŋa ḳarīb olsa üzerinde fī ’l-ḥāl ʿaraḳ ẓāhir olur. Şaḳḳ olunsa içi ḥacer gibi çıḳar. İçinde nuḳūş-i ġarībe ve eşkāl-i ʿacībe vardur. Ol ḥayvānuŋ taʿyīninde beş ḳavl vardur. Birinci Çīn ülkesinde bir öküzdür ve rāciḥ ve meşhūr budur. S̠ānī gergedendür. S̠ālis̠ Çīn ile Zengibār arasında bir ḫālī beyābānda bir ḳuşdur. Ġāyetde böyükdür. Ol boynuz bunuŋ cephe kemügidür. Andan zihgīr ve bıçaḳ ḳabżası düzerler. Rābiʿ yılandur ki biŋ yıldan ṣoŋra boynuzı çıḳar. Ḫāmis baḥr-i muḥīṭde rāl dėdükleri balıḳ dişidür. Ve bir rivāyetde bunlardan başḳa bir cānverdür (atTABRÎZÎ, 236. s.)

Hata gözden kaçmış ve düzeltilmemiştir (CLAUSON, Sir Gerard: An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth-Century Turkish: London 1972, 402a. s. Oxford University Press).

Yazılanların bir hülasası yapılmış ve kelime düzeltilmiştir (DANKOFF, Robert: “A note on khutū und chatuq”, Journal of the American Oriental Society, 93.4 (California 1973), 542-543. ss.).

İngilizce çevirisinde doğrudur (180. s.).

229. s. Şişe rengini gizliyor || Sanki kadehteki kapsız ayakta

Arapçası:

yaḫfá ’z-zucācatu lavna-hā fa-ka-anna-hā || fī ’l-ka’si ḳā’imatun bi-ġayri inā’in

Türkçesi şöyle olabilir:

Kadeh rengini öyle gizliyor ki || içindeki şarabın kabı yok sanki.

Şişe de şarap da saydamdır || Benzeşmeleri onları yakınlaştırır.

Sanki şarap olmasa şişe || Şişe olmasa şarap olmaz

Arapçası:

raḳḳa ’z-zucācatu va raḳḳat al-ḫamru || fa-taşābaha va taḳāraba[7] ’l-amru

ka-anna-mā ḫamrun va lā ḳadaḥ || va ka-anna-mā ḳadaḥun va lā ḫamru

Farsçası:

az ṣafā-yi may u laṭāfat-i cām || dar ham āmė̄ḫt rang-i cām u mudām

hama cām ast u nīst goyī may || yā mudām ast u nīst goyī cām

ʿirāḳī, g. 155: 2-4.

Türkçesi şöyle olabilir:

İpince kadeh şarap da ince || Öyle benzeştiler ki iş girdi birbirine

Sanki kadeh var yalnız, şarap yok || Veya kadeh yok şarap var sadece

239. s. el-besseḏ : Doğrusu el-busseḏ olmalı. Mercan. İngilizce çevirisinde doğrudur (164. s.). (Cavāliḳī, al-Muʿarrab, 37. s. al-FÎRŪZĀBĀDÎ, 1/721. s.) mercan kök ve dalı ḳazūl da denir (Addī Şė̄r, al-Alfāḏ, 23. s.) İnci (STEINGASS, The Student’s Arabic-Englisch Dictionary, 124a. s.). Kelime aslen Farsça olup d~ḏ değişikliği sırasında /ḏ/li biçimle alınmıştır. Olması gereken /d/ li biçimi de yeni Farsçada korunmuştur (at-TABRÎZÎ, 118. s.) bussad bissad (STEINGASS, 186b. s.) sapė̄d-aş muja dīdagān ḳīr-gūn // çu bussad lab u ruḫ ba-mānand-i ḫūn” [=kirpikleri ak gözleri karaydı, dudağı inci gibi, yanağı kandı] (Firdevsī, Şāh-nāme, Menūçehr: 2) Bir de Arapçadan tekrar alınan ile /ḏ/li biçimi de vardır: ‘bussaḏ, coral’ [=bussaḏ, mercan] (STEINGASS, 186b. s. ʿAlī Ekber-i Nefīsī, Farhang-i Nafīsī, Nāẓimu ’l-Eṭibbā, 200c. s.)

253. s. Karafaş : Doğrusu kara kaş olmalı. ḳāş ügüz wādiyāni yasīlāni min cānibay baldati ḫotan. aḥaduhumā yusammá ürüŋ ḳāş ügüz wa-fīhi tūcadu háḏihi ’l-ḥicāratu ’ṣ-ṣāfiyatu ’l-bayḍā’u. fa-summiya ’l-wādī bihā. wa ’l-āḫaru yusammá ḳara ḳāş ügüz. wa-fīhi yūcadu ’l-ḥicāratu ’ṣ-ṣāfiyatu ’s-sawdā’u. wa-lā tūcadu[8] háḏihi ’l-ḥicāratu fī camīʿi ’d-dunyā illā fīhimā. Kâşġarî, dîvânu luġâti ’t-turk, Yazma: [511-256a/4]-[511-256a/7] Kelime Batı dillerinde de görülür: safir < Fr. Saphir Mavi renkli, değerli bir korindon türü, gök yakut (TDK: Türkçe Sözlük, Ankara 2023, 2, 2813a. s.). zafir gök jákut, szafir PASTINSZKY János: Gyakorlati Magyar-Török Szótár I. Rész Madsar ve Türk Lugat kitabı Birindsi kiszim: Budapest 1922 (julius) 1366. s. A szerző kiadása. || zafír safir CSÁKI Éva: Magyar-Török Szótár: Budapest, 1997, 417b. s. Balassi Kiadó. || zafír safir, gökyakut Krş. BENDERLI Gün— GÜLEN Yılmaz—KAKUK Zsuzsa—TASNÁDI Edit: Magyar-Török Szótár, [Budapest] 2013, 911a. s. Nemzedékek Tudása Tankönyvkiadó. Gün BENDERLİ—Yılmaz GÜLEN—Zsuzsa KAKUK—Edit TASNÁDI: MacarcaTürkçe Sözlük. || zafir safir GÜNGÖRMÜŞ, Naciye: Macarca - Türkçe / Türkçe - Macarca Universal Sözlük, Ankara 2014 (Ocak) 267a. s. Engin Yayınevi. || zafír [lat. < gr. < sâmî] JUHÁSZ József, SZŐKE István, O. NAGY Gábor, KOVALOVSZKY Miklós, Magyar Értelmező Kézsiszótár M—Zs: Budapest 1972, 1525b. ss. Akadémiai Kiadó.

280. s. Utârid (Merkür) Türkçesi Dilek olarak verilebilir.

285. s. Ahmed bin el-Velîd el-Fârisî : Doğrusu Ahmed bin el-Velîd el-Fârsî olmalı. İngilizce çevirisinde de yanlıştır (188. s.).

285. s. Bihtiyşûʿ : Doğrusu Buhtîşûʿ olmalı.

290. s. mihre : Doğrusu muhra olmalı.

347. s. acrāṣ[9] ‘çanlar’ diye bir kelime yok her hâlde caras ‘çan’ kelimesinin tesiriyle bir yanılma olmalı. Kaşgar’daki çanların ve Barşahân’daki el-Hâre gölünün kenarındaki Ensi Kûllü cümleyi anlamak biraz zor. Barşahân belki Badaḫşān, Kûl belki Köl olabilir.

354. s. Müşteri (Jüpiter) Türkçesi Erentüz, Onay, Karakuş olarak verilebilir.

357. s. Zuhal [Satürn] Türkçesi Çolpan veya Akyıldız olarak verilebilir.

Çeşitli yerlerde geçen şu kelimelerdeki /g/ ve /k/den sonraki /â/lar düzeltme işareti ile yazılır: güzergâh, hâl, hâlâ, hâlbuki, hâlihazır, hâlükâr, hikâye, ikametgâh, imkân, kâfur, kâğıt, mekân.

Kaynaklar

  1. Al-Beruni’s Book on Mineralogy The Book Most Campherensive In Knowlegde On Precious Stones kitābu ’l-camāhir fī maʿrifati ’l-cavāhir abū ’r-rayḥān muḥammadu ’bnu aḥmadi ’l-bīrūnī A Special Contribution on the Project Series by Hakim Mohammad Said, Islamabad 1410/1989, xxiii+235 s. Pakistan Hijra Council.
  2. ḫatu okunsaydı 54a’da verirdi.
  3. Kuzey Atlantik’te yaşayan, dört metre uzunluğunda, derisi, dişi ve yağı için avlanan bir memeli hayvan (Odobenus rosmarus).
  4. Atlas Okyanusu’nun Antartika bölgesinde yaşayan bir tür balina, nar balinası.
  5. Yazmada: çatuḳ. ḫutū &lt; Niühi (Tunguz) veya Kitan dilinden ku-tu-si. Hotoz / Kotas ‘Tibet/yak öküzü’ kelimesi ile münasebetli olmalı.
  6. Naṣīru ’d-dīn-i Tūsī [1201-1274], Tansuknamei İlhan der Fünunu Ulûmu Hatai Mukaddimesi, Muallim Baki GÖLPINARLI tarafından dilimize çevrilmiştir. A. Süheyl ÜNVER, İstanbul 1939, 103 s. T. C. İstanbul Üniversitesi Tıb Tarihi Enstitüsü Adet: 14.
  7. taşākala.
  8. Yazmada: yūcadu.
  9. Arapçada iccāṣ ‘sarı erik, zerdali; Şam’da armut’ dışında hiçbir kelimede /c/ ve /ṣ/ sesleri bir araya gelmez. Bu kelime Arapçalaştırılmıştır. Muḫtāru ’ṣ-Ṣiḥāḥ, faṣlu ’l-alif va ’l-bā’, bābu ’ṣ-ṣād (faṣlu ’l-alif) 752. s. Kelime Yunanca olmalıdır. Ayrıca bk. Kelām-ı ʿArabda cīm-ile ṣād bir kelimede cemʿ olmaz. al-FÎRŪZĀBĀDÎ: al-ūḳyānūsu ‚l-basīṭ fī tarcamati ’l-ḳāmūsi ’l-muḥīṭ: II, 363.