Yahudilerin Filistin’e Göçü Üzerine Bazı Düşünceler
Taner ASLAN
Aksaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Kampus/AKSARAY.
Anahtar Kelimeler: Yahudiler,Filistin,siyonizm,göç
Özet
Osmanlı devletinin 19. yüzyılın ikinci yarısından sonra yaşadığı en önemli sosyal olaylardan biri dış göçlerdir. Bu göçleri siyasî ve ekonomik göçler olarak tavsif edebiliriz. Osmanlı devletine yapılan göçlerin mühim bir bölümü siyasî göçlerdir. Özellikle Balkanlarda başlayan ayaklanmalar ve ardından karşılaşılan baskılar sebebiyle, Balkanlardan Anadolu'ya birçok göç yapılmıştır. Aynı şekilde Kafkaslarda ki Rus yayılmacılığı, bu bölgeden çok sayıda insanın Anadolu'ya göç etmesine yol açmıştır. Rusya'da ve Avrupa'nın muhtelif devletlerinde Yahudilere karşı başlatılan siyasî baskılar da Yahudileri göçe zorlamıştır. Yahudi göçü amacı ve işlevselliği açısından diğer göçlerden farklılıklar arz eder. Osmanlı devleti, Yahudilerin Filistin dışındaki yerlere iskân edilmesinde bir mahzur görmemiştir. Ancak Yahudiler Osmanlı devletinin iskân siyasetine uymayıp, farklı bir politik amaç güderek Filistin topraklarına yerleşme gayreti içinde olmuşlardır. Avrupa'dan Filistin'e başlatılan Yahudi göçü organizeli ve planlı bir göç hareketidir. Kendiliğinden gelişen bir hareket değildir. Bu göçün arkasında Yahudileri Filistin'de buluşturmayı hedefleyen siyonizm siyasî düşüncesi yatmaktadır. Bu faaliyet neticesinde Filistin'den arazi satın alarak birçok Yahudi buraya yerleştirilmiştir. Osmanlı devlet idarecileri göçü engellemek için bir dizi yasal önlemler almışlarsa da bölge idarecilerinin yanlış tutumları yüzünden göç önlenememiştir. Bu çalışmada, Yahudilerin Filistin'e göçü ve bu göçü engellemek için alınan tedbirler ele alınmıştır
1 16. yüzyılın sonuna kadar göç etmeye devam eden bu toplum, adını İbranicede “İspanya” manasına gelen “Sefarad” kelimesinden aldıklarından kendilerine “Sefaradlar” adı verilmiştir.
2 1520’lerde Portekiz’de doğan Nassi, köken itibarıyla İspanyol Yahudi’sidir. 1553’te İstanbul’a göç eden Yahudiler arasında yer almaktaydı. (Bkz. Kocabaş 1987: 52).
3 Bu çabalarında Şehzade Selim’in karısı ve III. Murat’ın annesi olan Yahudi asıllı Nurbanu Sultan’dan yararlandı. (Bkz. Kocabaş 1987: 52).
4 Ona şehzadelerle doğrudan ilgilenen “müteferrika” unvanı verildi. Yasef’in kardeşi Samuel Nassi de Kanuni’den özel aylık alan elemanlar arasındaydı. (Bkz. Kocabaş 1987: 52).
5 O dönemde sarayda harem kadınları kapalı yaşadıkları için harem ile dış dünya arasındaki alışveriş gibi bağlantıları kurmak için ‘Kira’ adı verilen kadınlar görev yaparlardı. Bu kadınlar harem çevresiyle kurdukları ilişkiler sayesinde devlet işlerinde de önemli rol oynarlardı. (Bkz. Aydın 2001 Ağustos).
6 Lady Montaqu bu durumu şu şekilde belirtmiştir: “Zengin tüccarların çoğunun Yahudi oluşu dikkatimi çekti. Bunların nüfuzu çok kuvvetli, imtiyazları Türklerinkinden çok fazla. Kendi kanunları ile idare edilen bir cumhuriyet gibidirler. Yahudiler birlik meydana getirdiklerinden devletin bütün ticaretlerini ellerine almışlardır. Yahudiler kendilerine her zaman ihtiyaç duyulmasını sağlamışlar ve bu nedenle saray da onları korumuştur. Bunların tüm hileleri bilindiği halde tüm işler ister istemez onlara yaptırılıyordu. Velhasıl ticaretle ilgili olan ne varsa onların elinden geçiyordu.” (Lady Montaqu 1973: 84).
7 “1860’lardan itibaren Galata’daki Komisyon Hanı ve Havyar Hanı’nda finans imparatorlukları kurmuş olan Galata bankerleri, saraydan başlayıp, vezir, vükela, memur ve subaydan imparatorluğun en uzak köşesindeki tahıl ya da meyve üreticisine, oduncusuna, kömürcüsüne ve her türlü esnafına kadar uzanan bir ağ kurmuş bulunuyorlardı.” (Bkz. Kazgan 1991: 45).
8 Bir Fransisken papazının esrarengiz ölümünü Şam Yahudilerinin yaptığını iddia eden kentin Hristiyan toplumu Musevi mahallerini basarak bütün ahaliyi katletmiştir.
9 1837’de bu bölgede yaşayan Yahudi sayısı 9.000 kadardı ve toprakları yoktu. (Bkz. Armaoğlu 1991: 34).
10 Kemalettin Apak, Beşinci Murat’ın masonluğu hakkında şöyle der: “O vakitler henüz veliaht olan 33. Osmanlı padişahı V. Sultan Murat dahi bu locaya (Fransız Ser Locası) kaydolmuş ve 18. dereceye kadar yükselmiştir.” (Bkz. Apak 1958: 24).
11 Abdülhamit Newlinski’yle Herzl’e şu veciz cevabı iletti: “Eğer Bay Herzl senin benim arkadaşım olduğu gibi arkadaşın ise, ona söyle bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış dahi olsa toprak satmam, zira bu vatan bana değil, milletime aittir. Milletim bu vatanı kanlarıyla mahsuldar kılmışlardır. O bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Suriye ve Filistin alaylarımın efradı birer birer Plevne’de şehit düşmüşlerdir. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanlarında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir. Türk milletinindir. Ben onun hiçbir parçasını vermem. Bırakalım, Museviler milyonlarını saklasınlar, benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar, Filistin’i hiç karşılıksız ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.” (Bkz. Kutluay 2000: 108-109).
12 Herzl, “Basel’de ben Yahudi devletini kurdum. Eğer bunu yüksek sesle söylersem bütün dünya güler. Fakat beş sene içinde veya elli sene sonra herkes bunu böyle bilecektir” demiştir. (Bkz. Herzl 1960/II: 581).
13 Hürriyetin ilanına dair düşüncelerini Nordau’nun şu ifadesi açıkça desteklemektedir: “Eğer Herzl sağ olsaydı. Bu benim beratım derdi.” (Bkz.Laqueur 1978: 140).
14 Kemalettin Apak, bu olayın ayrıntılarını şöyle anlatmaktadır: “Serez’deki Makedonya Locası’nın azasından olan Serez mutasarrıfı Reşit Paşa kardeşimiz, meşrutiyet ilanı günü Serez’den İstanbul Yıldız Sarayı’na, İkinci Sultan Abdülhamit’e telgraf çekerek ‘iki saate kadar meşrutiyet ilan edilmediği ve cevap verilmediği takdirde ahali tebdili biat edecektir’ demişti. Abdülhamit bu telgrafı alınca telaşlanmış ve müsvedde halinde olan bu cevabı tebyiz bile ettirmeden her tarafa telgraf çektirerek İkinci Meşrutiyet’i tamim mecburiyetinde kalmıştır.” (Bkz. Apak 1958: 25).
15 Kemalettin Apak, masonluk-İttihat ve Terakki ittifakının, meşrutiyetin ilanından sonra da devam ettiğini vurgular: “Masonluk bu bölgede İttihat Terakki Cemiyeti’ne nasıl hizmet etti ise, bilahare Meşrutiyetin ilanını müteakip bu cemiyet de Türk masonluğunun teşkilatlanıp gelişmesine öylece hizmet etmiş ve onun yükselmesine amil olmuştur.” (Bkz. Apak 1958: 41).
16 “Bu propagandalara aldananlar gecikmeden soluğu mason teşkilatlarının gizli odalarında alıyorlardı. Önce İstanbul’da bir mason büyük şurası oluşturuluyor sonra ilk üyeler en yüksek mason basamağına yani 33. dereceye çıkarılıyordu. Masonluğun bu yüksek basamağına tırmanan biraderler arasında Talat Paşa, Mithat Şükrü Bey, Karasu, Davit Kohen vardı. Bu zatları birdenbire son basamağa çıkaran zat, Mısır Şuray-ı Ali azasından Sakanini biraderdi. Türk masonluğunun siyon üçgenli tahtına yerleşen İttihat ve Terakki ileri gelenleri, diğer subayları da locaya girmeye zorlayarak kendilerine çekmeye çalışıyorlardı. İttihat Terakki, herkesi bünyesinde toplamaya çalışmakla bir siyasî oluşum havası vermek istiyordu. 31 Mart olayının ardından İttihat ve Terakki liderlerinden Talat Bey, masonlukta bir basamak daha çıkıyor ve büyük üstat oluyordu.” (Bkz. Apak 1958: 39).
17 Ancak sözlerinin yanlış anlaşıldığını düşünen Tevfik, 3 Temmuz 1909’da İzmir’de Musevi topluluğuna yaptığı konuşmasında bağımsız bir Musevi devleti kurulması gibi bir düşüncesi olmadığını da belirtmiştir (Bkz. Öke 1991: 140).
18 İsmail Hakkı Bey iddialarında aslında pek de yanılmıyordu. Hükümet, Dir Ernest Cassel ve onun ajanı olan Emanuel Selam gibi Siyonistlere Türkiye Milli Bankası’nı kurdurtmuştu. Hatta 1910’da Cavit Bey’in dış yardım almak üzere başvurduğu dört bankanın da Siyonistlerin bankaları olması da bir tesadüf olmasa gerektir. 1910 borçlanmasını karşılayan Deutsche Bank ise Cavit Bey’in başvurusunu Siyonist Jacques Manashw’nin vasıtasıyla kabullenmiştir (Bkz. Öke 1991: 157).
19 Telaviv şehrinin temelleri de bu dönemde atılmıştır (Öke 1991: 164).
20 1860’da Budapeşte’de dindar ve orta halli bir konfeksiyoncunun oğlu olarak dünyaya geldi. Viyana Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 1884’te doktorasını tamamladı. Bir süre avukatlık yapan Herzl güzel sanatlar ve edebiyata düşkünlüğünü yanında siyasi makalelere olan yatkınlığını fark edince Avrupa’nın tanınmış gazetelerinden Neue Freie Presse’in Paris temsilciliğine getirildi. Onun Yahudi meselesi ile tanışması Viyana yıllarına rastlar. (Öke 1991).
21 Bu düşüncesini “Biz bir devlet hem de örnek bir devlet kuracak kadar güçlüyüz. Bu amaç için gerekli beşeri ve maddi her türlü malzemeye sahibiz. Bir ülkenin tüm haklı ihtiyaçlarını tatmin edecek büyüklükte dünya üzerinde bir yörede bize egemenlik verin, gerisini biz kendimiz tamamlarız” şeklinde ifade etmiştir. (Bkz. Herzl 1946, 2.bölüm).
22 Dr. Jacobsen, Fransızca yayın yapan Jön Türk gazetelerinden Le Jeune Turc’ün siyonistler lehine yayın yapması karşılığında Celal Nuri ile görüşerek maddi destekte bulunmayı taahhüt etmiştir. (Bkz. Cohen 1970: 73; Öke 1991: 128).
23 1880’den 1914’e kadar Rus ve Batı Avrupalı siyonistlerin çalışmaları neticesinde Filistin’e 85 bin Yahudi göç etmiştir. (ed. İnalcık ve diğ. 1999/II).