Kırgızistan’ın, tarihî eserleriyle meşhur Özkent şehrinde Karahanlılar zamanında yaşayan ve M. 1090’lı yıllarda (muhtemelen 1096’da) vefat eden ve Şemsü’l-Eimme olarak şöhret bulan meşhur fıkıh âlimi Ebu Bekr Muhammed ibn-i Ahmed ibn-i Ebi Sehl es-Serahsî’ye atfedilen bir mezar bulunmaktadır. Bilindiği üzere Ebu Bekr Muhammed Serahsî, Karahanlı hükümdarı Şemsülmülk (Nasr bin İbrahim) veya Hasan Han tarafından1 Özkent’te hapse atılmıştır2 . Serahsî’nin fıkıh anlayışı hakkında bir doktora tezi yapan Osman Taştan, onun hapse atılış sebebi olarak, bir cariyenin iddeti bitmeden hakanın komutanıyla evlenmesine hakanın izin vermesini tenkit etmesi, hakanın koyduğu ağır vergileri eleştirmesi ve bazı ulema tarafından zındıklıkla suçlanmasını göstermektedir. Serahsî H. 480 (M. 1087) yılında hapisten çıkarak Fergana veya Margilan’a gitmek üzere Özkent’ten ayrılmıştır3 . Özellikle otuz ciltlik Mebsut’u ile büyük bir şöhrete erişen Serahsî, İslâm fıkhında bilhassa Hanefiler arasında çok önemli bir yere sahip olmuştur.
2004 yılı mayıs ayında Kırgızistan’a yapmış olduğumuz bir seyahat sırasında, nispeten yeni yapılmış veya yeni tamir görmüş tuğladan bir niş içerisinde yan yana duran iki siyah taştan daha küçük olan ve üzerinde yazılar bulunan bir tanesinin bu Türk âlimine atfedildiğine şahit olduk. Serahsî’nin mezar taşının Sovyetler zamanında Ruslar tarafından Petersburg’a götürülmüş olduğunu da diğer bir rivayet olarak tespit ettik. Fakat ilk planda, halkın büyük bir kısmı, kendi kaderine terk edilmiş vaziyette duran bu mezar taşının Serahsî’ye âit olduğunu düşünmeye devam etmektedir.
Serahsî hakkındaki gerçeğin ortaya çıkmasına ışık tutmak amacıyla fotoğrafını çekip okuduğumuz bu kitabenin tasviri ve muhtevası şu şekildedir: Düz kenarlı üst kısmı, hafif sivri alt kısmından daha geniş olan taş kare şeklindeki bir çerçeve içerisine alınmış altı satırlık sülüs yazının dördüncü satırının son kelimesi hariç tamamı okunabilmektedir. Harekenin kullanılmadığı, harflerin noktalarının kimi durumlarda ihmal edildiği, kimi durumlarda ise farklı yerlere konulduğu kitabe zayıf bir Arapça ile yazılmış, tarih kısmında ise Farsçaya yer verilmiştir4 Siyah renkli yassı taşlara yazılmış olan ve bir kısmı İslâmiyet öncesi devirlere (Nasturilere) ait olan bu tür kitabelere başta güney Kazakistan olmak üzere Türkistan coğrafyasında çokça rastlamaktayız5 . Taşın çok az bulunduğu alüvyon ovalarında ve steplerde bu tür taşlar ancak çok değer verilen devlet adamları ve din büyükleri için yontulup işlenmiştir. Konumuzu teşkil eden Özkent’teki mezar taşının kitabesinde şunlar okunmaktadır:
1 Hezihi’t-türbetü Şeyhu’l-imamu’l-ecel
2 el-efdalu’l-üstad sadru’l-kurra nasruddin
3 şerefü’l-fazl cemâlu’l-ulemâ sâhibu’l- izzet
4 ve’l-birr ve innehu Muhammed bin Ali bin Muhammed es-S…?
5 sâhib-i revşen-i (?) hazret. Nevvere Allahu kabrehu
6 be-tarih-i devvam-ı şevval-i sâl şeş sed ü heft (2 Şevval 607 /19 Mart 1211)
Türkçesi
Bu türbe yüce imam, en faziletli üstad, kurraların başı, dinin yardımcısı, faziletin onuru, ulemânın ziyneti, izzet ve iyilik sahibi Muhammed S… (?) oğlu, Ali oğlu Muhammed hazretlerinindir. Allah kabrini nurlandırsın. Vefat tarihi altıyüz yedi yılı Şevval ayının ikinci günü (M. 19 Mart 1211).
Buna göre gerek künye, gerekse ölüm tarihi itibarıyla bu mezar taşının, mevcut bilgilerimiz çerçevesinde Karahanlılar zamanında Miladî 1090’lı yıllarda vefat eden meşhur fıkıhçı Ebu Bekr Muhammed ibn-i Ahmed ibn-i Ebi Sehl es-Serahsî’ye ait olması mümkün değildir. Kaldı ki, Mebsut yazarı bu meşhur fıkıh âliminin, Özkent’te hapisten çıktıktan bir müddet sonra Margilan’a veya Fergana’ya gitmek üzere yola çıktığını yukarıda belirtmiştik. Ama bu konuda da tereddütlerin olduğunu, onun tam olarak nerede öldüğünün bilinmediğini de ifade etmek gerekir. İncelemeye çalıştığımız bu mezarın Serahsî’ye âit olduğu yönündeki halk arasındaki bu genel kanâat, halkı ağır vergiler karşısında cesaretle savunan ve bir bakıma onlar için ondört yıl hapis yatan Serahsî’ye duyulan sevgi ile ilgili olmalıdır. Eğer bu meşhur Hanefi bilgini, Özkent dışında bir yerde öldü ise Özkent’teki mevcut yerde onun için bir makam yapılmış veya mezarı daha sonraki devirlerde ortadan kaldırılmış olabilir. Resimlerini koyup çözümünü yaptığımız kitabe ise onun kadar meşhur olmasa bile, kullanılan unvanlardan büyük bir âlim olduğu anlaşılan Ali oğlu Muhammed isminde başka bir kimseye aittir. Bu şahıs belki de Serahsî ekolünden ve kolundan gelen bir kimse idi. Bu mezarın Serahsî’ye atfedilmesinin diğer bir sebebi de bu olabilir. Şüphesiz ki gerçek, ancak yeni bulunacak belgelerle gün ışığına çıkacaktır.