Nagihan GÜR

Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü/ANKARA

Anahtar Kelimeler: Takriz geleneği,edebiyat tarihi yazımı,Osmanlı edebiyatı,Mihnet-keşân,Keçecizâde İzzet Molla,Âsaf Divanı,Mahmûd Celâleddin Paşa

Bütünlüklü bir edebiyat tarihi yazımından söz etmek ne derece mümkündür? Bu soruya cevap arayan birçok araştırmacı bugün mevcut literatürün farklı açılardan nasıl değerlendirilebileceği ve bu literatürü destekleyecek/ zenginleştirecek yeni kaynakların nasıl işlevselleştirilebileceği sorunsalıyla karşı karşıya kalır. Osmanlı edebiyatı bağlamında düşünüldüğünde ise öncelikle mevcut kaynakların sınırlarının ve bu kaynakların ne derece “tamam/ lanabilir” olduğunun sorgulanması gerekir.

Bu noktada takriz yazını önemli bir yerde durmaktadır. Osmanlı edebiyat geleneğinin içerisinde kendisine hatırı sayılır bir yer bulmuş olan takrizler, edebiyat tarihinin satır aralarını doldurmada önemli bir rol üstlenir. Peki salt övücü nitelikte metinler olarak değerlendirilen ve hakkında sınırlı sayıda araştırma bulunan[1] bu metinlerin bugün edebiyat tarihi yazımına kafa yoran araştırmacılara söyleyecek bir sözü var mıdır? Bu soruya birtakım örnekler üzerinden cevaplar bulmaya çalışmadan önce takrizin ne olduğuna kısaca değinmek uygun olacaktır.

Türk Dil Kurumunun Güncel Türkçe Sözlük’ünde “Övme, övüş, bir eserin başına konulan yetkili bir kimsenin yazdığı, övücü tanıtma yazısı, beğence” şeklinde yer alan takriz, en genel anlamıyla, “Bir müellifin eserine genellikle müellifin ricası üzerine dönemin önde gelen âlim ve ediplerinin yazdığı övücü takdim yazıları” (Uzun-Arslan 2010: 472) olarak tanımlanmıştır. “Bir telife medih yollu yazılan mensur veya manzum makale” (Lügat-i Naci 2009: 658) yâhut “bir telifi mensur veya manzum bir makale-i mahsûse ile medh ü sena etme” (Kamus-i Türki 1317: 426) şeklinde de tanımlanan takrizler, birçok sözlük ve ansiklopedi maddesinde “salt bir kelime olarak değil edebiyata ilişkin bir terim olarak” (Karataş 2000: 14) açıklanmıştır. Takrizlere dair yapılan bu tanımlar, şüphesiz, söz konusu metinlerin edebî gelenekteki kullanımlarıyla doğrudan ilişkilidir.

Takrizler hemen hemen her dönemde üretilmiş ve bir yazım türü niteliği kazanmıştır. Öyle ki 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süregelen edebiyat geleneğinde üretilen divan, mesnevi, mecmûa, tezkire, sözlük, sakînâme, sûrnâme, nasihatnâme, menâkıbnâme gibi türlerin yanı sıra belâgat kitapları, tarihler, müstakil manzumeler, şerh metinleri ve roman gibi birçok farklı eser ve türe takriz[2] yazılmıştır. Bu yazının ilk örnekleri klasik edebiyat öncesinde de üretilmiştir. Kutadgu Bilig’e Çin âlimleri tarafından (Arat 2003: 5-7), Atabetü’l Hakayık’a Emir Seyfeddin ve Arslan Hoca Tarhan tarafından yazılan takrizler (Arat 2006: 100) bu geleneğin Türk edebiyatında ne kadar geriye götü rülebileceğini gösterir. Tanzimat ve modern edebiyat dönemlerinde de takriz örneklerine rastlamak mümkündür[3] .

Bugün, takrizleri salt övücü nitelikte metinler olarak değerlendiren ve bu metinlerin klişe yargılar içerdiğini ileri süren birtakım kanaatler mevcuttur. Bu kanaatler, eserden bağımsız olduğu düşünülen takrizlerin göz ardı edilmesine ve bazı metin neşirlerinde takrizlere yer verilmemesine yol açmıştır. Bugüne kadar görmüş olduğumuz takriz örnekleri bizi bu kabullerin sıhhatini sorgulamaya, takrizlerin eser ve yazarla kurduğu ilişkiyi irdelemeye ve bu yazının üretildikleri dönemde ve sonrasında ne gibi işlevler üstlendiklerini düşünmeye yöneltmiştir. Bu bağlamda İbnülemin Mahmûd Kemâl İnal’ın Leskofçalı Gâlib[4] Divanı’na yazdığı ön söz bizim için önemli bir çıkış noktası olmuştur. İbnülemin, bu ön sözde Namık Kemâl’in Leskofçalı Gâlib’e yazdığı takrizden şöyle söz eder:

[Namık Kemâl’in] mutavvel ve mufassal takrîzi müessirle eser hakkında elbette şâyân-ı ehemmiyet ma’lûmât ve mülâhazât ihtivâ eylemiştir ki -divanı kadar hâiz-i kıymet olan- o takrîzin bugün elde bulunmaması, seza-vâr-ı esef-i azîmdir. Elde bulunsaydı, Gâlib Bey’i pek yakından tanıyan bir üstâd-ı sâhib-kemâlin tahkîkât ve mütâla’âtı şimdi bu sahifeleri tezyîn ve istifâde-i mükemmelemizi te’mîn ederdi (Yıldız 2003: 43).

Görüldüğü üzere Namık Kemâl’in söz konusu takrizi[5] Leskofçalı Gâlib Bey ’in Divan’ı kadar değerli görülmüştür. İbnülemin’in takrize yüklediği bu anlam, söz konusu metnin döneminde belirli bir sosyal ağın içerisinde dolaşımda olduğuna da işaret emektedir. Bu ifadeler aynı zamanda takrizlerin eserlerden bağımsız olarak bir değerinin olabileceğini ve bu metinlerin üretildikleri dönemlerde dahi bir başvuru kaynağı olarak görüldüklerini ortaya koymaktadır.

Edib Ahmed Yükneki’nin Atabetü’l-Hakâyık’ında -eserin her nüshasında bulunmayan ve farklı başlıklarla karşımıza çıkan- biri isimsiz diğerleri ise döneminin önemli devlet adamı-hâmileri tarafından yazılmış üç takriz[6] yer alır. Reşit Rahmeti Arat tarafından bilimsel yayımı yapılan eserin inceleme ve notlar kısmında doğrudan “takriz” (Arat 2006: 127) olarak adlandırılan bu manzumeler, yazar ve eser hakkında dikkate değer hükümler içerir. Edib Ahmed’in fiziksel özellikleri, nereli olduğu, babasının adının ne olduğuna dair birtakım detay bilgiler içeren bu takrizler eserin dili, içeriği, edebi değeri ve döneminde gördüğü ilgiyi ortaya koyması açısından önemlidir. Reşit Rahmeti Arat, bu manzumelerden hareketle şöyle bir tespitte bulunur:

“Eserin bu ilaveler [takrizler] ile birlikte yeniden tanzim edildiği tarihlerde, Edib Ahmed’in hâl tercümesi o muhitte artık meçhûl olup, adı, yeri ve hattâ eserinin ismi bile tereddütlü ve şüpheli bulunuyordu. Bilhassa Arslan Hoca Tarhan’ın [takrizindeki] sözleri bu ciheti açıkça göstermektedir” (Arat 2006: 7).

Arat’ın bu tespitleri Atabetü’l-Hakâyık’a yazılan takrizlerin Edib Ahmed’in biyografisini ve eserini bugüne taşımada önemli bir rol üstlendiğini açıkça gösterir.

Bu bağlamda Mehmet Fuat Köprülü’nün Yenipazarlı Vâlî[7] (öl. 1589) ’nin Hüsn ü Dil adlı mesnevisine Bâkî (öl.1600)[8] tarafından yazılan takrizden hareketle yaptığı değerlendirmeleri de dikkate değerdir:

991 (1584)’de şair Vâlî , Âhî ’nin meşhur Hüsn ü Dil ’ini nazmederek devrin belli başlı şairlerinden takrizler aldığı sırada, Bâkî ’den de takrîz almış ve bunun üstüne ilave ettiği ser-nâmede[9] , Bâkî hakkında “mâlik al-şu’arâ” unvanını kullanmıştı. Bu unvan sonradan umûmiyetle kabul edilmiş ve Bâkî hakkında dâimâ “mâlik al-şu’arâ” ve daha ziyade “sultan al-şu’arâ” unvanı kullanılmıştır (Köprülü 1979: 249).

Her ne kadar Köprülü’nün Bâkî’nin unvanına ilişkin bu tespitini başka kaynaklarla destekleyemiyor olsak da[10] bu ifadeler takrizlerin işlevi ve edebiyat tarihi açısından taşıdıkları değeri göstermesi açısından önemlidir. Bu örnek aynı zamanda takrizlerin onu üreten kişiler açısından da bir değer taşıyabileceğine işaret eder. Diğer yandan bu takriz, salt takriz başlıklarının dahi bugünün araştırmacılarına söyleyecek birçok şeyi olabileceğini göstermektedir. Bu noktada, bu geleneğe yüklenen değeri somutlaştırmak ve takrizlerin edebiyat tarihi yazımında ne gibi işlevler üstlenebileceğini sorgulamak adına birtakım takriz örneklerini irdelemek uygun olacaktır.

Keçecizâde İzzetMolla (öl. 1829) ’nın[11] “yerleşik geleneğin dışına çıkan özellikleri dolayısıyla hem çağında hem de sonraki dönemlerde “temkinli” bir ilgiyle karşılan[an] (Tüzin 2008: 8) Mihnet-keşân adlı mesnevisine Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendi[12] (öl. 1848) uzun soluklu bir takriz yazar. Eserin nazım şekliyle uyumlu olan bu manzum takriz Es’ad Efendi Divanı’nda “Takrîzât” başlığı altında yer alır. Söz konusu takriz adeta Sahaflar Şeyhizâde Es’ad Efendive İzzet Molla ’nın müşterek bir sergüzeştnâmesi niteliğindedir. Kendisi aynı zamanda İzzet Molla’nın bacanağı olan ve bu bağın tesiriyle samimi bir üslupla takrizini kaleme alan Es’ad Efendi, söz konusu takrizinde İzzet Molla’nın sanatını şu şekilde değerlendirir:

[…]

Ma‘ānįsi rengįn ĥurūfu ĥarįf
O mažrūfuŋ el-ĥaķ žurūfı žarįf

Olup lafž u ma‘nāsı şekkerle şįr
Aŋa nān u ĥelvā degildir nažįr

Miŝāl-i Nedįm-i ma‘ārif-nişān
Eder bezme enseb ma‘ānį beyan

Makāmāt’ı görmüş degilseŋ eger
Bunu ezber eyle edebden yeter

Mizāc-ı mizāĥ-āşināsı eger
Dilerse sözünden ĥacerler güler

Bulur bāde-nūşāne meşrebce söz
Ķoyar lūle-i ehl-i keyf üzre köz

Olup vā‘iže geh medār-ı kelām
O dürden verir silk-i nuśĥa nizam

Beyān-ı kerāmātı etse murād
Mürįdi olur merd-i rūşen-nihād
(Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749: 8b)

Bu övücü söyleminin ardından söz konusu takrizin 22. beytinden itibaren Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendikendi hayatına dair birtakım bilgilere yer verir:

Çıķıp emr-i tahrįre ķırķ altıda
Gezildi rehiŋ üstü de altı da

O yolda perįşān iken dürr-i dem‘
Refįķim olup ħāŧırım itdi cem‘

Ķalem oldu şįrāze-bend-i śenā
Bu nazm ile verdikde Sofya safā
(Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749: 9a)

Es’ad Efendi ’nin “1831’de yapılan nüfus sayımında Şehirköy ve Sofya yöresinde görevlendir[ilişine]” (Arslan 2005: XIV) gönderme yapan bu ifadeler söz konusu takrizi adeta Sahaflar Şeyhizade Esâd Efendi’nin bir sergüzeştnâmesi olarak okumamıza imkân sağlar. Bu niteliğiyle bir tür takriz-sergüzeştnâme özelliği gösteren bu melez takriz, aynı zamanda bu geleneğin sıra dışı bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır.

Takrizinin 33. beyitinde tekrar İzzetMolla ’ya dikkat yönelten Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendi , İzzet Molla ve Hâlet Efendiarasındaki ilişkiye de göndermede bulunur. Şairin gerek siyasi gerekse edebî birçok faaliyetinde önemli bir kimlik olan Hâlet Efendi, İzzet Molla’nın hem iyi hem de kötü tâlihi olmuştur. Devlet kethüdalarından Hâlet Efendi ile tanışan İzzet Molla kısa sürede “Hâlet Efendi’nin nedimleri arasına girmiş ve o vasıta ile Sultan Mahmûd’un mülakat ve iltifatına nâil ol[muştur]” (İstanbul Kütüphaneleri…, 1965: 980-981). Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendide İzzet Molla gibi Hâlet Efendi ’ye intisap etmiş ve onun meclislerinde bulunmuştur (Oğraş 2001: 4). Böylelikle İzzet Molla ve Hâlet Efendi arasındaki ilişkiye tanıklık etme fırsatı da bulan Es’ad Efendi, bu yakınlığı yazmış olduğu takrizine de yansıtmayı ihmal etmez. “Hâlet” kelimesinin tevriyeli kullanımıyla taraflar arasındaki ilişkiye gönderme yapan Es’ad Efendi şairin sürgün nedenini şu şekilde dile getirir:

O eŝnāda ber-ķavl-i mihnet-keşān
Düşer hālet-i hicrete nāgehān
(Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749: 9a)

Hâlet Efendi ’nin Konya’ya sürülüp orada idam edilmesinin ardından İzzet Molla bir anlamda ondan gördüğü lütuf ve keremin şükrünü îfâ etmiş olmak için Hâlet Efendi’nin müdafaasında bulunmuş ve bu nedenle Keşan’a sürülmüştür (İstanbul Kütüphaneleri…, 1965: 980-981). Es’ad Efendi’nin bu takrizinde şairin hayatında bir dönüm noktası olan ve mesnevisini kaleme almasını sağlayan söz konusu hadiseye gönderme yapılması bu takrizin belirli bir bağlamda üretildiğini açıkça göstermektedir. Bu örnek, aynı zamanda takriz metinlerini çözümlemede tarihsel, sosyal ve kültürel zeminde yapılacak farklı okumaların önemine de işaret etmektedir.

Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendi ’nin takrizinde şairin ikinci sürgün yeri olan Sivas’a da yer verilir. Bu kısımlar, İzzetMolla ’nın sürgününe sebep olan ve onun lâyihâsını II. Mahmûd’a bildiren (Ceylan-Yılmaz 2005: 23) Behçet Bey’e dair şu göndermeleri içerir:

Leb-i Behçet’i bu sebebden meded
Ķapandı be-tezvįr-i ehl-i ĥased

Erācįfe bā’is olur śoĥbeti
Denip dūra ŧard etdiler ‘İzzeti

Sakın nā-becā açma ķaŧ‘ā dehen
Olursaŋ da śādıķ çekersin ziyan

Der-enbār olan gendüm-i sebze-dār
Bu ma‘nāyı eyler saŋa āşikār

Ĥudā śaķlasın cümleyi ez-ķażā
Bu hefve eder nefyini iktiza

Ŧarįķin edip ŧayy ķażā-yı Ħudā
Sürer sūy-ı Sįvās’a esb-i celā

Ŧoķuz māha vardıķda hengām-ı hicr
Baķın ne ŧogurdu ‘acūz-ı sipihr
(Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749: 9b)

Yukarıda yer alan “Tokuz mâha vardıkda hengâm-ı hicr/Bakın ne toğurdı ‘acûz-ı sipihr” şeklindeki beyit -kaynaklarda yer aldığı şekliyle[13]- İzzet Molla’nın ikinci sürgün yerinde dokuz ay kaldığını teyit etmektedir. İzzet Molla’nın ihtiyatsızlığına, çevresindekilerin onun sürgününde oynadıkları role ve şairin hayatındaki önemli dönüm noktalarına göndermeler içeren bu beyitler söz konusu takrize âdeta tarihî bir belge/şiir niteliği kazandırmıştır.

Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendi ’nin söz konusu takrizinde şairin edebî üretimleri de mercek altına alınmıştır:

Nu’ūtı olur Bür’e derd-i dile
Şefā’atle men‘ūtı virsün śıla

Ķaśā’id ki Nef‘į olaydı eger
Mu‘āśır çeker şöhretinden żarar

Ġazāl-i Cemāli ġazel śayd eder
Gümüş sāķını maķŧa‘ı ķayd eder

Rubā‘įsini rub‘-ı meskūnda nās
Sezā etseler ķaśr-ı nažma esās

Bulur müfredinden revā serv-i yār
Miyān-ı muhibbānda nev-iştihār

Meśāri‘ ki āzāde iġlākdan
Açar beyt-i rengįne bāb-ı dehen

Tevārįh-i şināsı öyle metįn
Surūrį’yi ġıbŧayla itdi ĥazįn
(Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749: 10a)

Şairin sanatına ne derece vakıf olduğunu gösteren bu kısımların ardından Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendi , İzzetMolla ’nın edebî faaliyetlerinin bir dökümü de sunmuştur:

Ķodu Gülşen-i ‘Aşķ adın birine
Hezārın getirdi huşun yerine

Śabāvet sözüyken n’ola ol süħan
Olur ġālib-i güfte-i şeyħ-i fen

Diger meŝnevį ismi Nāz u Niyāz
Uśūlü ser-ā-pāy sūz u güdāz

Tamām olmadan lįk ecel śad dirįġ
Meh-i ‘ömrünü örtdü mānend-i mįġ

Siyāh-ı ĥurūfa işāret edip
Yine cem‘-i dįvāna niyyet edip

Anıŋ nāmın etdi Ħazān-ı Bahār
Birazcık da olmuş iken sebze-vār
(Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749: 10a)

Görüldüğü üzere bir biyografi maddesinde yer alabilecek bütün bilgileri hatta -daha fazlasını- içeren Sahaflar ŞeyhizâdeEs’ad Efendi’nin bu takrizi[14], İzzetMolla ’nın biyografisini takip etmede bugünün araştırmacılarına önemli bilgiler sunmaktadır. Bu takriz ayrıca şairin bazı tezkire maddelerinde ve güncel çalışmalarda yer almayan[15] Nâz u Niyâz adlı tamamlanmamış mesnevisinden bizi haberdar eden ilk kaynak olması bakımından da önemlidir. “Şeyh Gâlib’in Hüsn ü Aşk mesnevîsine nazîre olarak tasarlandığı” (Şahin 2013: 158) düşünülen bu mesnevi, İzzet Molla’nın yarım kalmış “son teşebbüsü”dür (Şahin 2013: 151). Takrizde yer alan bu bilgilerden hareketle söz konusu mesnevinin peşine düşen Ebubekir Sıddık Şahin eserin iki farklı nüshasını[16] tespit etmiş ve bunun üzerine “Hüsn ü Aşk’ın İzinde Yarım Kalan Bir Mesnevî: Nâz u Niyâz” başlıklı bir makale yazmıştır. Söz konusu eseri dikkatimize sunan bu yayım, takrizlerin edebiyat tarihi araştırmalarına sağladığı katkıyı somutlaştırması açısından dikkate değerdir.

Takrizlerin içeriklerinin değerlendirilmesinde önemli bir diğer örnek Âsaf Divanı’nda karşımıza çıkar. “Sultan Abdülmecid’in kızıyla evlenen ve aynı zamanda saray görevleri sırasında kayınbiraderi Sultan Abdülhâmid’in yakınlığını kazanan (Ceylan 2003: III) Dâmâd Mahmûd Celâleddin Paşa (öl. 1903)’nın[17] saraydaki iyi konumu çok uzun sürmemiş ve nihayetinde padişahın iltifatından uzak kalmıştır. Siyasi kimliğinin yanı sıra Âsaf mahlasıyla şiirler yazan Paşa’nın evi şair meclislerinin de en popüler mekânı olmuştur (Ceylan 2003: 21)[18].

Âsaf Divanı’nda iki manzum takriz yer alır. Şairin sanatının övüldüğü bu takrizlerden ilkinin içeriği şöyledir:

Pür-ma‘ālįdir kasāid meclis-ārā söz değil
Medh-i şāhı beŋzemez Şehnāme’nin destanına

Pür-ĥakįkat cümlesi ez cümle ol “İntāk-ı Hak”
Hak Te‘ālā’nın güzel tefsįrdir Kur’ān’ına

“Ĥizb-i Baĥr”in źevki ŧab‘-ı müstaķįmi coşdurur
Çāredir ammā saķāmet źenbiniŋ ŧūfānına
(Süleymaniye Kütüphanesi İhsan Mahvi 94: 2-3)

Divanda yer alan diğer takriz de benzer şekilde şairin sanatını övücü bir söylem içerir:

O “Ĥizb”-i güzįden o “İntāk-ı Ĥaķķ”
Sır-ı nāme-i fikret-i mā-sebaķ

‘Arabdan ‘Acemden gelen şā‘irān
İşitmiş mi hiç böyle bir dāsitān

Kelāmıŋ ħoş-üslūb u dil-cūydur
Çemen-zār-ı ŧab‘ın da ħoş-būydur

Sitāyiş-geriŋdir zebān-ı ‘umūm
Seniŋle mübāhāt eder mülk-i Rūm
(Süleymaniye Kütüphanesi İhsan Mahvi 94: 8)

Âsaf ’ın sanat yetisini ortaya koyan bu takrizlerde şairin devrinde önemli etki yaratan “İntak-ı Hak ” ve “Hizbü’l-Bahr ” adlı kasidelerine gönderme yapıldığı görülür. İntak-ı Hak,Paşa’nın en bilinen manzumesidir. Ziya Paşa’nın Zafername’si tarzında yazılan bu kaside devrin bazı şairleri tarafından tahmis edilmiştir. Ayrıca söz konusu kasidede, döneminde birçok eleştiriye hedef olan Bahriye Nazırı Hasan Hüsni Paşa’ya dair ağır eleştiriler de yer alır (Ceylan 2003: 35). Hizbü’l-Bahr ’da ise 1897-1898 Türk-Yunan savaşlarında kazanılan zaferin anlatıldığı beyitler dikkat çekicidir. Ayrıca kasidede, Bahriye Nazırı Hasan Paşa ’nın Sultan’a şikâyet edilmesini içeren bir bölüm de yer alır. Devrin sosyal durumunun bir panoromasını da sunan Âsaf, bu kasidede İntak-ı Hak ’a göre daha sert bir üslup kullanmıştır (Ceylan 2003: 36).

Takriz yazarları Âsaf ’ın bu sansasyonel kasidelerini övmüş ve bu şekilde Dâmâd Mahmûd Celâleddin Paşa’ya destek vererek dönemin nabzını tutmuşlardır. Bu takrizlerde dikkati çeken bir diğer önemli husus, takrizlerde şair mahlaslarının gizlenmiş olmasıdır. Bu durumu, yaşadığı siyasi baskının en yoğun olduğu dönemde Mısır’a giden, divanını orada bastıran ve eserin basım süreciyle bizzat alakadar olan Mahmûd Celâleddin Paşa’nın bir tasarrufu olarak değerlendirmek mümkündür. Divan’ın basımından önce yazıldığını düşündüğümüz ve -muhtemelen- Âsaf tarafından, “Bir Şâ’ir-i Meşhûrun Takrizi” ve “Bir Şâ’ir-i Nükte-perverindir” şeklinde sonradan adlandırılan bu manzum takrizlerin “mahlassız” beyitleri şu şekildedir:

Şānını tavsįfden ‘ācizsin ey [...] fakat
‘Aczini ‘afv etmemek düşmez o źâtıŋ şānına
(Süleymaniye Kütüphanesi İhsan Mahvi 94: 5)

Bu [...] saŋa bir kemįn-bendedir
‘İnāyetine ķarşı şermendedir
(Süleymaniye Kütüphanesi İhsan Mahvi 94: 8)

İncelediğimiz takrizler içerisinde ilk kez karşımıza çıkan bu sıra dışı örnek, söz konusu takrizlerin Paşa’yı destekleyen ve onun sosyal ağında bulunan birileri tarafından yazıldığını düşündürmektedir. Peki takrizlerde bilinçli bir şekilde kimlikleri gizlenen söz konusu kişiler kimlerdir? Bu sorunun kısmî cevabını İbnülemin Mahmûd Kemâl İnal ’in şu ifadelerinden öğrenmekteyiz: “[Dâmâd Mahmûd Cemaleddin Paşa] İstanbul’da bulunduğu esnada Divan-ı Eş’arını Mısır’a gönderip tab ettirmek istedi ise de muvaffak olamadı. Bilahere Mısır’a azimetinde tab ettirmiştir. Üsküdarlı Sâfî ’nin pek latîf bir takriz-i manzûmunu hâvidir” (İnal 1988: 60). Görüldüğü üzere İbnülemin’in aktardığı bu bilgi, takriz yazarlarından birinin -Paşa’nın oğlu Prens Sabahattin’e hocalık yapmış olan- Üsküdarlı Sâfî olduğunu öğrenmemizi sağlar. Ancak hangi takrizin Sâfî’ye ait olduğunu tespit etmemiz mümkün değildir. Öyle ki mahlas beyitlerinde yer alan boşluklara vezinden yola çıkarak “Sâfî” ismini yerleştirdiğimizde vezin gereği her iki dizede de iki heceye ihtiyaç duyulduğu görülür. Metin tamirine imkân vermeyen bu beyitlerde takriz yazarlarının kimliklerini bilinçli bir şekilde gizlediğini düşündüğümüz Mahmûd Celâleddin Paşa o dönemde İstanbul hükûmetinin baskısını üzerinde yoğun bir şekilde hissetmiştir. Bu noktada, Mısır’da bulunduğu sırada ciddi bir takip altında olan Paşa’nın böyle bir dönemde divanına takriz yazarak kendine destek veren kişilerin kimliklerini ifşa etmekten sakınması oldukça olağan bir durumdur. Mahmûd Celâleddin Paşa’nın bu korumacı yaklaşımını, aynı zamanda takriz yazarlarıyla arasında var olan sosyal ağın bir sağlaması olarak da okumamız mümkündür.

Sonuç

Yazıldıkları eser ve yazardan bağımsız olmayan takriz metinlerinin bugün edebiyat tarihinin satır aralarını doldurmada önemli bir rol üstlendiği görülmektedir. Öyle ki bu metinler -içerdikleri bilgi ve değerlendirmelerle- “mevcut malzemeden kotarılan bir üst metin” (Özgül 2013: 2691) olarak kurgulanan edebiyat tarihi yazımında bugün bizlere hatırı sayılır bir malzeme sunmaktadır. Bu bağlamda, Osmanlı dönemi takriz geleneğinin içinin doldurulması adına, edebiyat tarihi araştırmalarında birincil kaynak olarak kullanabileceğimiz bu metinlerin farklı açılardan yeniden değerlendirilmesi, mevcut tüm örneklerin detaylı bir şekilde analizlerinin yapılması ve bu metinlerin üretildikleri bağlamın irdelenmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bunun sağlanması adına, çeşitli takriz örneklerinden oluşacak bir takriz veritabanının hazırlanması ve mümkün olduğu kadar çok sayıda takriz örneğinin incelenmesi önemli bir adım olacaktır. Bu vesileyle, takriz metinlerinin detaylı bir dökümünü sunmak ve bu metinlere tarihsel, kültürel ve sosyolojik bağlamda yakın okumalar yapmak, şüphesiz, edebiyat ve kültür tarihi araştırmalarına önemli katkılar sağlayacaktır.

Mihnet-keşân’a ve Âsaf Divanı’na Yazılan Takrizler

Mihnet-keşān, Keçecizāde ‘İzzet Molla

Mevālį-i Fiĥāmdan Keçeci-zāde Meĥmed ‘İzzet Efendi Merhūmun Miħnetkeşān Nām Manžūmesine Taķrįzi ve Tercüme-i Ahvālini Ĥāvį Meŝnevįdir

Bā-cenāĥımız cennet-mekān Keçeci-zāde ‘İzzet Mollā merĥūmuŋ tārįħ-i ħitāmı ħaŧŧ-ı destiyle olup Celāl Efendi ĥafįdleri Ĥüsām Mollā ve Vāhid Mollā’ya müsveddesinden tertįb ve taĥrįr etdirdigi Miĥnet-keşān nām manžūme-i belįġası berāy-ı taĥrįr-i nüfūs Sofya’ya me’mūriyetimde ictirā‘ olduġu ĥālde der-dest-i istiśĥāb-ı faķįr olmaġıla medįne-i mezbūrede teclįd ettirip āsitāneye iyābda gerdūne-nişįn iken žahrına terceme-i nāžımışehnāme [?] vezni üzre yazdıġımız takrįzdir. Şa’bān 1246/1831

Feūlün Feūlün Feūlün Feūl

Ħudā ‘İzzet’in rūhunu şād ede
Ķusūr-ı fürū‘unda ābād ede

Ne hoş dendi bu beyt-i Türkį-edā
Cevāhirle yazsa yerā‘am revā

Cihānda kişiniŋ adıdır kalan
Ķalanı yalandır yalandır inan

Be-tevfįķ-i Ĥaķ nükteyi derk edip
Ĥayāt-ı ebed buldu gerçi gidip

Koyup çend eŝer etdi ibķā-yı nām
N’ola ĥaşre dek yād ederse enam

Degil mi eŝer işbu ‘ālį-güher
Ŝüreyyā gibi çarħa çıķsa deger

Edinse sezā anı miĥnet-keşān
Ġamından rehā bulmaġa ĥırz-ı cān

Ma‘ānįsi rengįn ĥurūfu ĥarįf
O mažrūfuŋ el-ĥaķ žurūfı žarįf

Olup lafž u ma‘nāsı şekkerle şįr
Aŋa nān u ĥelvā degildir nažįr

Miŝāl-i Nedįm-i ma‘ārif-nişān
Eder bezme enseb ma‘ānį beyān

Makāmāt’ı görmüş degilseŋ eger
Bunu ezber eyle edebden yeter

Mizāc-ı mizāĥ-āşināsı eger
Dilerse sözünden ĥacerler güler

Bulur bāde-nūşāne meşrebce söz
Ķoyar lūle-i ehl-i keyf üzre köz

Olup vā‘iže geh medār-ı kelām
O dürden verir silk-i nuśĥa nizam

Beyān-ı kerāmātı etse murād
Mürįdi olur merd-i rūşen-nihād

Mey-i hubb-ı bį-gıll-i śūfiyyeden
Açar ŧab‘-ı ser-şārı gāhį süħan

Olur gūş eden neşve-yāb-ı śafā
Gelir śadr-ı meşrūĥa andan şifā

Hele ‘āşık-ı dūr-ı dįdār-ı yār
Sezā cilve-gāh etse leyl ü nehār

Elifler ki üstündeki medd ile
İrā’e eder ĥācibi ķadd ile

Degil mi baķıŋ devre-i ĥarf-i cįm
Şebįh-i ‘iźār-ı şemāme-şemįm

Siyah-ı ħaŧı perçemi aŋdırır
O gül-reng cezmi femi aŋdırır

Çıķıp emr-i tahrįre ķırķ altıda
Gezildi rehiŋ üstü de altı da

O yolda perįşān iken dürr-i dem‘
Refįķim olup ħāŧırım itdi cem‘

Ķalem oldu şįrāze-bend-i śenā
Bu nazm ile verdikde Sofya safa

Bu bir nüsħadır kim ederse ĥarį
Süħan-senc-i ‘irfān serį zįveri

Bu bāġıŋ fusūli hemįşe bahār
Dimāġın yerindeyse ķıl i‘tibār

Budur nüsĥa-i evvelįn-i nefįs
Yed-i nāžım olmuşdur imzā-nüvis

Ne nāžm-ı Nižāmį-i sihr-āferįn
Eger görse Genc’in ider der-zemįn

İki yüzde zātı olup nāşi’e
Nola olsa fenninde sāhib mi’e

Ķodu śālih-i śadr-ı Rūm ol kerįm
Cihānda anıŋ gibi dürr-i yetįm

Alıp on ikide revįş-i tarįk
Reh-i nažma ħucūyi [?] itdi refik

Otuz yedi içre o mihnet-zede
Ķalātā’yı ķıldı hukūmet-kede

O eŝnāda ber-ķavl-i mihnet-keşān
Düşer hālet-i hicrete nāgehān

Cihāndārı biŋ yıl yaşatsun Ħudā
Senesinde ıŧlāķ itdi sezā

Ķadir-dānį-i şāh-ı ‘ālem yine
Çevirdi śuyu eski mecrasına

Keşān’dan gelip iki yıl geçmeden
Olur mažhar-ı iltifāt-ı kühen

Olup müsteĥaķ nuķresi sikkeye
Çıkar süllem-i pāye-i Mekke’ye

Sitanbūl’u ķırķ üçde pāye ile
Kerem ķıldı şevketli ol ķābile

Żamįme edip emr-i teftįşi hem
Ma’aşında kem oldu teşvįşi hem

Edip nāžır-ı defter evvel anı
Nüfūźunda ķıldı mükemmel anı

İśābet edip lįk ‘ayn-ı kemāl
O ‘ayn-ı kemāle yetişdi zevāl

Erişdirdi keydin bu çarħ-ı ‘anūd
Şerer śaçdı tennūr-ı ĥıķd-ı ĥasūd

Olup ġurre-i rįş-ħand-ı zamān
O meftūn-ı yārān-ı mārān-nişān

Ħilāl-i seferde düzer ħod-be-ħod
Bir efsāne-i şūr u ġavġā-nümūd

Eder silmi tercįĥ-i ceng üstüne
Velį gitmedi pek direng üstüne

Eder yār u aġyāre bu sırrı fāş
N’ola ‘akl-ı fa‘āle gelse telaş

Leb-i behçeti bu sebebden meded
Ķapandı be-tezvįr-i ehl-i ĥased

Erācįfe bā’is olur śoĥbeti
Denip dūra ŧard etdiler ‘İzzet’i

Sakın nā-becā açma ķaŧ‘ā dehen
Olursaŋ da śādıķ çekersin ziyān

Der-enbār olan gendüm-i sebze-dār
Bu ma‘nāyı eyler saŋa āşikār

Ĥudā śaķlasın cümleyi ez-ķażā
Bu hefve eder nefyini iķtizā

Ŧarįķin edip ŧayy ķażā-yı Ħudā
Sürer sūy-ı Sįvās’a esb-i celā

Ŧoķuz māha vardıķda hengām-ı hicr
Baķın ne ŧogurdu ‘acūz-ı sipihr

Tebāşir-i śubĥ-ı kerem āh u vāh
Žuhūr itmişiken o güm-kerde rāh

Edip tengnā-yı fenādan sefer
Śaferde beķāyı edindi maķarr

Olup Şems-i Sįvāsį’ye hem-civār
Maķām-ı münevver denilse ne var

Muĥibb ü mükibb ü dil-āgāh idi
Dilinde şeb ü rūz Allāh idi

Cinānda ola peyrev-i ĥālidįn
Ala bezm-i vaśla anı vāśılįn

Meded oldu işkeste cām-ı śafā
Meded söndü şem‘-i maķām-ı śafā

Ķanı öyle bir nüktedān-ı Fehįm
Yanında ķalur lāl ŧab‘-ı Kelįm

Bu ķānūn-ı gerdūndır etmez ġalat
Yemûtu’l-kirâmu ve yebķa’s-saķaŧu’[19]

Selefden sülāfe idi şā‘iri
Bitirdi içip ħāme-i sāĥiri

Yegāne şu vādįye ķırķ beş sene
Sürüp at eşin bulmadı dense ne

Bu manžūmeden başķa dįvānı var
Şeh-i kişver-i nažm olursa ne var

Otuz cüz kadardır o küllį eŝer
Ki her biri Şehnāme-i muħtaśar

Nu‘ūtı olur Bür’e derd-i dile
Şefā‘atle men‘ūtı virsün śıla

Ķaśā’id ki Nef‘į olaydı eger
Mu‘āśır çeker şöhretinden żarar

Ġazāl-i Cemāli ġazel śayd eder
Gümüş sāķını maķŧa‘ı ķayd eder

Rubā‘įsini rub‘-ı meskūnda nās
Sezā etseler ķaśr-ı nažma esās

Bulur müfredinden revā serv-i yār
Miyān-ı muhibbānda nev-iştihār

Meśāri‘ ki āzāde iġlākdan
Açar beyt-i rengįne bāb-ı dehen

Tevārįh-i şināsı öyle metįn
Surūrį’yi ġıbŧayla itdi ĥazįn

İki meŝnevįsi mükerrer şeker
Müŝelleŝ śafāsı aŋa reşk eder

Ķodu Gülşen-i ‘Aşķ adın birine
Hezārın getirdi huşun yerine

Śabāvet sözüyken n’ola ol süħan
Olur ġālib-i güfte-i şeyħ-i fen

Diger meŝnevį ismi Nāz u Niyāz
Uśūlü ser-ā-pāy sūz u güdāz

Tamām olmadan lįk ecel śad dirįġ
Meh-i ‘ömrünü örtdü mānend-i mįġ

Siyāh-ı ĥurūfa işāret edip
Yine cem‘-i dįvāna niyyet edip

Anıŋ nāmın etdi Ħazān-ı Bahār
Birazcık da olmuş iken sebze-vār

Ne bed-fāl imiş kim o bāğ-ı nevįn
Ŝemer vermeden oldu āfet-karįn

Eger neŝre verziş edeydi tamām
Verirdi o dürre daħı bir nižām

Yine cā-be-cā yazdıġı nāmeler
N’ola olsa ser-meşķ-i küttāb eger

Denilmez mi dįvānı dibācesi
Görüldükde neŝriŋ odur ħˇācesi

Ķavānįn-i dersi bir üç beş sene
Göreydi gelirdi cihān dersine

Yine zūr-ı tab‘ ile her maŧlābı
Ezerdi ger olsa demir leblebi

Meżāmini ŧab‘a verirdi ferāh
Eder idi Ĥaķķ’a refi‘-i terāh

Selāsetde güftārı kevŝer idi
‘Uźūbetde ķand-ı mükerrer idi

N’olaydı olaydı cevāhir gibi
Meżāmini śandūķa-zįb-i lebi

Güşād etmese her maĥalde dehen
Denilmezdi žannım aŋa dil-şiken

Cihān her ne derse desin şānına
Ben āşüfte idim ħod ‘irfānına

Bilirdim ĥayātında da ķadrini
Żiyādār ola dir idim bedrini

Ķalem baŋa ben aŋa hem-derd olup
Gehį ben gehį ol boşanıp ŧolup

Olup merŝiye-ħˇān bükā eyledik
Felekden biraz iştikā’ eyledik

Dönüşde yazıp bunu gerdūnede
Hacālet getürdüŋ şu gerdūnede

Yeter ħāme nāçār iseŋ de śuver
Ķaderdir ķaderdir ķaderdir ķader

Du‘a eyle riķķatle Es‘ad yeter
Ġarįbü’d-diyārıŋ niyāzı geçer

İlāhį İlāhį ecib da‘vetį
Ķarįb eyle iĥsānına ‘İzzet’i

Fu‘ād u Reşād u Murād’a Ħudā
Daħi Śāliĥ’e rif‘at etsin ‘aŧā

Anıŋ her biri ‘İzzet’in pūrudur
Bu bį-çāreniŋ de gözü nūrudur

Ola her biri pįr-i rūşen-żamįr
Baŋa göstere öyle Rabb-i ķadįr

Meh-i maġfiretde ben etdim niyāz
Ķabūl eyle fażlıŋla ey çāre-sāz

Âsaf Divanı, Mahmûd Celâleddin Paşa

Bir Şā‘ir-i Meşhūruŋ Taķrįzi[20]
Fāilātün Fāilātün Fāilātün Fāilün

Baķ ne ‘ālidir cenāb-ı Āsaf’ın dįvānına
Nükteler dįvān ŧurur ŧav‘an ‘ulüvv-i şanına

Ħüsrev-i ma‘nā serįr-i nazmı tezyįn eylemiş
Ma‘rifet bir yānına geçmiş edeb bir yānına

Mesnevį kıt‘a ġazel tertįb-i dįvān eylemiş
Kā’im olmuşdur rübā’įler de çār erkânına

Bikr-i mażmūnu misāl-i kāsırātü’t-ŧarfdır
Lü’lü’-i mensūru beŋzer cennetiŋ gılmānına

Pür-ma‘ālįdir kasāid meclis-ārā söz değil
Medh-i şāhı beŋzemez Şehnāme’nin destanına

Pür-ĥakįkat cümlesi ez cümle ol “İntāk-ı Hak”
Hak Te‘ālā’nın güzel tefsįridir Kur’ān’ına

“Ĥizb-i Baĥr”in źevki ŧab‘-ı müstaķįmi coşdurur
Çāredir ammā saķāmet źenbiniŋ ŧūfānına

Ehl-i inśāfın o sözler naġme-i şādįsidir
İ‘tirāz erbābının lākin eźāndır cānına

Āsaf’ın ķavli me‘āl-i nefħa-i Cibrįl’dir
Kendi beŋzer Ĥażret-i Peyġamberin Ĥassān’ına

Öyle bir Āsaf ki her laĥža Süleymān-ı ħayāl
Pįş-i dįvānında gerden-dādedir fermānına

Nükte-i tevĥįd esrār-ı rümūzü’l-ġayb ile
‘Ādilāne şāhid olmuş ‘ilmine ‘irfānına

Pek yakın eyler hafāyā-yı ĥakįkat inkişāf
Bir nigāh itseŋ uzaķdan pertev-i įķānına

Nur-ı bįniş andadır ansız ķaranlıķdır cihān
‘Ayn-ı insān belki de ‘aynın bedel insanına

Menfez-i Rūhü’l-Kudüsdür ol dehān-ı dürr-feşān
Her demi beŋzer Ħudā’nın nefħa-i Rahmānına

Şānını tavsįfden ‘ācizsin ey [...] fakat
‘Aczini ‘afv etmemek düşmez o źâtıŋ şanına

İstanbul
Fį 15 Mart sene 1314 (1896-1897)

Bir Şā‘ir-i Nükte-perveriŋdir
Takrįz
Feūlün Feūlün Feūlün Fe’ūl
Ħayālen göründi baŋa Enverį
O sāhib-ķırān-ı cihān-ı Derį

Dedim söyle kim muĥriz-i nāmdır
Bugün kim sezā-vār-ı ikrāmdır

Kimiŋ fikridir rūşen ü tāb-nāk
Kimiŋ kilki eyler seni ġıbta-nāk

İşāret edip cānib-i pākiŋe
Bu yolda ħiŧāb etdi fitrākiŋe

Sürūş-ı sipihr-asitān-ı süħan
Hümā-yı bülend-āşiyân-ı süħan

Seniŋdir bugün mülk-i dānişverį
Seniŋdir serįr-i süħan-perverį

Eliŋde ķalem āteş-efrūzdur
Gehį rįz ü cān-baħş u dil-dūzdur

O kilkiŋ bi-‘aynih niyām-ı ķazā
Nikāt-ı defįni ĥüsām-ı ķazâ

Veya bir güzįn mürġ-ı hoş-fāldir
Oŋa fikr-i perverde şeh-bāldir

Ederse benānında taĥrįk per
Olur kāħ-ı endįşe zįr ü zeber

Olaydı bugün zinde Dānā-yı Tūs
Olurdu saŋa muŧlaķā pāy-būs

O Mahmûd rüsvā-yı ‘āmm eyledi
Seniŋ ħâmen ibkā-yı nām eyledi

O “Ĥizb”-i güzįden o “İntāk-ı Ĥaķķ”
Sır-ı nāme-i fikret-i mā-sebaķ

‘Arabdan ‘Acemden gelen şā‘irān
İşitmiş mi hiç böyle bir dasitan

Kelāmıŋ ħoş-üslūb u dil-cūydur
Çemen-zār-ı ŧab‘ın da ħoş-būydur

Sitāyiş-geriŋdir zebān-ı ‘umūm
Seniŋle mübāhāt eder mülk-i Rūm

Sana yāver olsun Debįr-i felek
Maĥāmid-güzārıŋ da Tįr-i felek

Cihānda yaşa ħoş-dil ü şād-kām
Müsaħħar yediŋde ĥusūl-i meram

Bu [...] saŋa bir kemįn-bendedir
‘İnāyetine ķarşı şermendedir

Eyā kām-kār-ı kerem-güsterim
Hudā’dan uzun bir ‘ömür isterim

Ki ĥakk eyleyem evc-i mihr üstüne
Niŧāķ-ı ķavįyim sipihr üstüne

Ħısāl-i dil-ārā vü dil-bendiŋi
Mezāyā-yı bį-misl ü mānendiŋi

Çamlıca
Fî 5 Teşrįn-i Sānį sene 1314 (1896-1897)

KAYNAKLAR

Arat, Reşit Rahmeti (Haz.) (2006). Atabetü’l-Hakayık, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yayınları.

__________ (Haz.) (2007). Kutadgu Bilig, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

__________ (1987). Makaleler 1, Haz. Osman Fikri Sertkaya. Ankara: Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü.

Arslan, Mehmet (2005). Üss-i Zafer . İstanbul: Kitabevi Yayınları.

__________ (2010). Osmanlı Saray Tarihi I, III (Tarih-i Enderûn), İstanbul: Kitabevi.

Avşar, Ziya (2011). Aşk Meclisi: Mesneviye Yeniden Uyanmak, Yozgat: Kün Yayıncılık.

Aydoğan, Fatih (2003). “Sahaflar Şeyhizâde Es’ad Mehmed Efendi Divanı”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara: Gazi Üniversitesi.

Bauer, Thomas (2014). “How to create a network: Zaynaddin al-Atari”, Everthing is on the Move: The Mamluk Empires as a Node in (Trans-) Regional Networks, Ed. Stephan Conermann, Germany: Bonn University Press, s. 205-211.

https://books.google.com.tr/books?id=gPZ_BgAAQBAJ&pg=PA20 5&lpg=PA205&dq=Thomas+Bauer,+%22How+to+Create+a+Network:+Zaynaddin+al

Burak, Guy (2015). “Sansür, Kanonizasyon ve Osmanlı İmzâ-Takrîz Pratikleri üzerine Düşünceler”, Osmanlı Edebiyatı Çalışmaları X: Eski Metinlere Yeni Bağlamlar: Osmanlı Edebiyatı Çalışmalarında Yeni Yönelimler, İstanbul: Klasik Yayınları.

Ceylan, Ömür-Ozan Yılmaz (2005). Hazana Sürgün Bir Bahar, İstanbul: Kitap Sarayı.

Ceylan, Ömür (2003). Âsaf Divanı: Hânedânda Bir Âsi Âsaf Dâmâd Mahmûd Cemâleddin Paşa (Hayatı, Edebî Kişiliği ve Divanı), Ankara: Akçağ Yayınları.

Çavuşoğlu, Mehmet (1991). “Bâkî”, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, Cilt: 4, s.537-540.

Çavuşoğlu, Mehmet (1983). Yahya Bey ve Divanından Örnekler, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı.

Elçi, Fatih (2016). “Nevres-i Kadim’in Münşeât’ında Yer Alan Eleştiri İçerikli İki Takriz”, Journal of Turkish Language and Literature, Volume:2, Issue: 1, Winter, s.139-152.

Gür, Nagihan (2012). “Klâsik Metinlerin Nazar Duaları: Takrîzler ve Yenipazarlı Vâlî’ye Yazılan Takrîzler Üzerine”, İstanbul: İstanbul Kültür Üniversitesi Yayınları.

__________ (2014). “Klasik Türk Edebiyatında Takriz Geleneği”, yayınlanmamış doktora tezi, Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi.

İnal, İbnülemin Mahmûd Kemâl (1988). Son Asır Türk Şairleri I-IV, İstanbul: Dergâh Yayınları.

İpekten, Haluk (2008). Bâkî : Hayatı, Edebî Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları, Ankara: Akçağ Yayınları. İstanbul Kütüphaneleri Türkçe Yazma Divanlar Kataloğu (1965), IV. Cildi, Fasikül III, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı.

Karataş, Turan (2004). Edebiyat Terimleri Sözlüğü, Ankara: Akçağ Yayınları.

Kartal, Ahmet (2008). Şiraz’dan İstanbul’a Şiir Rüzgarları: Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar, İstanbul: Kriter Yayınları.

Keçecizade İzzetMolla (1841) . Divançe-i İzzet (Hazan-ı Asar), İstanbul.

Köksal, Fatih (2012). Eski Türk Edebiyatında Tenkit ve Teori, İstanbul: Kesit Yayınları.

Köprülü, Mehmet Fuat (1979). “Bâkî”, Milli Eğitim Bakanlığı İslâm Ansiklopedisi, C.2. s.249.

Kuntay, Midhat Cemal (1949). Namık Kemâl: Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında, Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı.

Levanoni, Amalia (2013). “A Supplementary Source for the Study of Mamluk Social History: The Taqârîz”, Arabica 60, s.146-177.

Mehmed Süreyya (1996), Sicill-i Osmanî III-IV, Haz. Nuri Akbayar ve Seyit Ali Kahraman, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları 30.

Muallim Naci (2009) , “Takriz”, Lügat-i Naci, Haz. Ahmet Kartal, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Oğraş, Rıza (2001). Es’ad Mehmed Efendi ve Bağçe-i Safâ-Endûz’u (İncelememetin) Burdur. http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/dosya/1-219113/h/bahce.pdf (04.10.2012)

Okçu, Naci (2001). “İzzet Molla, Keçecizâde”, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.23, s.561-563.

Onay, Ahmet Talât (2000). Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı, Ankara: Akçağ Yayınları.

Özgül, M. Kayahan (2013). “Edebiyat Tarihine Manifestik Bir Bakış”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/9 Summer, s.2685-2700.

Özyıldırım, Ali Emre (2007). Keçecizâde İzzet Molla ve Mihnetkeşân Part I, Cambridge Mass.: Harvard Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyetleri Bölümü.

Pala, İskender (2003). “Leskofçalı Gâlib”, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.27, s.140-141.

Rosenthal, Franz (1981). “Blurbs (Taqriz) From Fourteenth-Centruy Egypt” Oriens, Vol: 27/28, 177-196. http:{www.jstor.org/stable/1580566. (21.07.2011)

Sahaflar Şeyhizâde Es’ad Efendi Divanı. Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi 1749.

Şahin, Eburbekir Sıddık (2013). “Hüsn ü Aşk’ın İzinde Yarım Kalan Bir Mesnevî: Nâz u Niyâz”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türkoloji Dergisi 20-1, s.145-184.

Güncel Türkçe Sözlük (2015). “Takriz”, Ankara: Türk Dil Kurumu.

Tüzin, Derya (2008). “Sürgün Yolunda Bir Yenileşme Serüveni: MihnetKeşân ”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara: Bilkent Üniversitesi.

Uzun, Mustafa-Ahmet Turan Arslan (2010). “Takriz”, TürkiyeDiyanet İslam Ansiklopedisi, C.39, s.472-474.

Vesely, Rudolf (2003). “Das Takriz in der arabischen Literatur”, Die Memlûken–Studien zuihrer Geschichte und Kultur. Zum Gedenken an Ulrich Haarmann (1942-1999), Stephan Conermann-Anja Pistor-Hatam (Hg.). s.379-385.

Woodhead, Christine (2000). “Puff and Patronaj: Ottoman takriz-writing and literary recommendation in the 17th century”, The Balance of the truth. Essays in honour of Professor Geoffrey Lewis, Ed. Çiğdem BalımHarding, C. Imber, İstanbul: Isis Press, s.395-406.

Yıldız, Ahmet Hamit (2003). “Leskofçalı Gâlib , Hayatı Dönemi Sanatı Divanı ve Metnin Bugünkü Türkçesi”, yayımlanmamış yüksek lisans tezi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi.

Yılmazer, Ziya (1995). “Es’ad Efendi, Sahaflar Şeyhizâde”, Türkiye Diyânet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.11, s.341-345.

Kaynaklar

  1. Takrizlere ilişkin yapılan çalışmalar şöyledir: Karataş, 2002; Vesely 2003; Rosenthal 1981; Woodhead 2000; Levanoni 2013; Gür 2012; Gür 2014; Bauer 2014; Burak 2015; Elçi 2016.
  2. Takrizleri bir yazım türü olarak değerlendiren “Klasik Türk Edebiyatında Takriz Geleneği” başlıklı doktora tezinde 16. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar 71 farklı metne/esere yazılmış ve “takriz” başlığını taşıyan 200’e yakın manzum-mensur takriz örneği incelenmiştir. Detaylar için bakınız: Gür 2014: 6-39.
  3. Turan Karataş’ın Takriz Edebiyatı (2002) adlı kitabı Tanzimat dönemi takriz örneklerini içermesi açısından önemli bir kaynaktır. Bunun yanı sıra klasik dönem takriz geleneğinin devamı olarak görebileceğimiz bazı takriz/takdim yazıları modern zamanda da varlık göstermiştir. Ahmet Talat Onay’ın Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (2000) adlı kitabına Tahir Olgun ve Velet Çelebi İzbudak’ın “Tebrik ve Teşekkür” amacıyla birer takriz yazmaları buna güzel bir örnek oluşturur. Bu takrizler eserin baş kısmında yer almaktadır. Benzer şekilde Ali Nihat Tarlan, Yahya Bey Divanı’nın (1983) edisyonunun tamamlanması üzerine Mehmet Çavuşoğlu’nun çalışmasına bir tarih yazmıştır. Bu tarih manzumesi, Yahya Bey Divanı’nın edisyonunun baş kısmına konulmuştur. Bu bağlamda söz konusu tarih, modern anlamda bir tarih-takriz özelliği göstermektedir. Benzer şekilde, Ömür Ceylan’ın, Fatih Köksal’ın Tenkit ve Teori (2012) adlı kitabı ile Ahmet Kartal’ın Şiraz’dan İstanbul’a Şiir Rüzgarları: Türk-Fars Kültür Coğrafyası Üzerine Araştırmalar adlı eserine yazdığı takrizler ve Mehmet Fatih Köksal’ın Ziya Avşar’ın Aşk Meclisi: Mesneviye Yeniden Uyanmak adlı kitabına yazdığı Farsça takriz de yine bu bağlamda anılmaya değerdir.
  4. Encümen-i Şu’arâ topluluğu şairlerinden olan Leskofçalı GâlibBey(öl. 1867) kaymakamlık, Bahriye kitâbeti ve divan kâtibliği gibi görevlerde bulundu. Ercümen-i Şu’arâ topluluğu daha ziyade Gâlib ’in şiir çevresinde teşekkül etmiştir. Şiirin muhtevasında eski şairler gibi davranan Gâlib, bunu ifade ediş ve sunuş bakımından yenidir. Şairin bugün bilinen dört adet mektubu ile bir divanı vardır (Yıldız 2003: 140).
  5. Söz konusu takriz Midhat Cemal Kuntay’ın Namık Kemal: Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında adlı eserinde tıpkıbasım şeklinde bulunmaktadır (bkz. 1949: 31).
  6. Bu manzumeler için bkz. Arat 2006: 100.
  7. Vâli AhmedÇelebi, Hoca Sâdeddin Efendi’ye mülâzım olmuş kadılık görevinde bulunmuştur. Hüsn ü Dil adlı mesnevisiyle şöhret bulmuştur (Sicill-i Osmânî, 5. Cilt, 1650).
  8. Şöhret ve tesiri asırlarca devam eden, klasik Osmanlı şiirine söyleyiş gücü kazandıran ve “Sultânü’şşuarâ” diye anılmış büyük divan şairi Mahmud Abdülbâki (Bâkî ) (öl. 1600), Süleymaniye Külliyesi’nde bina emini, kadılık, kadı nâibliği, Sahn müderrisliği, Anadolu ve Rumeli kazaskerliği görevlerinde bulundu. Şiirlerinde temiz ve âhenkli bir üslûba sahip olan Bâkî, Osmanlı şiirine bir söyleyiş kudreti ve rahatlığı kazandırmıştır. Divan, Fezâilü’l-cihâd ve Fezâil-i Mekke, Me‘âlimü’l-Yakîn, Kırk Hadis Tercümesi adlı eserleri vardır (Çavuşoğlu 1991: 537-540).
  9. Söz konusu takrizin başlığı şöyledir: “Melikü’ş-Şu’arâ Kıdvetü’l Fuzelâ Bâkî Efendi”.
  10. Bu tespite Haluk İpekten, Bâkî üzerine hazırladığı, Bâkî : Hayatı, Edebi Kişiliği ve Bazı Şiirlerinin Açıklamaları adlı kitabında -Mehmet Fuat Köprülü’yü referans alarak- yer vermiştir (İpekten 2008: 25-26).
  11. Osmanlı şiirinin 19. yüzyıldaki son temsilcilerinden olan Keçecizâde İzzetMolla(öl. 1829) müfettişlik, kethüdâlık ve kadılık görevlerinde bulundu. Gerek divanındaki manzumelerde gerekse mesnevilerinde mahallî renkler ve yerli unsurlar dikkati çekecek derecede çoktur. İzzet Molla ’nın asıl başarısı gazellerinde görülür. Dîvân-ı Bahâr-ı Efkâr , Dîvân-ı Hazân-ı Âsâr , Gülşen-i Aşk ve Mihnet-keşân adlı eserleri vardır (Okçu 2001: 561-563).
  12. Babasının sahafl ar şeyhi olması itibariyle Sahafl ar Şeyhizâdeolarak anılan Es’adEfendi(öl. 1848) vakanüvislik, takvimhâne nâzırlığı ve kadılık gibi önemli görevlerde bulunmuştur. Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasını anlatan Üss-i Zafer adlı şöhret bulmuş eserinin takdimiyle kendisine Evkaf müfettişliği ve Üsküdar mahreci pâyesi verildi. Es’ad Efendi ayrıca nadide eserlerden derleyip vakfettiği kitaplarla da ilim çevrelerinde müstesna bir yere sahip olmuştur. Eserleri arasında Divan’ı ve Üss-i Zafer anılmaya değerdir (Yılmazer 1995: 341).
  13. Keçecizade İzzetMolla1841; Ceylan-Yılmaz 2005; Arslan 2010.
  14. Sahafl ar ŞeyhizâdeEs‘adEfendi ’nin yukarıda aktardığımız bu uzun soluklu takrizi karşılıksız kalmamış, Es‘ad Efendi’nin Üss-i Zafer adlı eserine Keçecizâde İzzetMollada bir takriz yazmıştır. Es‘ad Efendi’nin vekâyinüvis olduğu sırada yazdığı [Üss-i Zafer], olayların içinde bulunmuş bir kişinin kaleminden çıkmış olması, askeri alanda yapılan yenilikler ve yeniçeriliğin kaldırılmasını ayrıntılı olarak anlatan başka bir eserin bulunmaması açısından (Arslan 2005: XXXII) önemli bir kaynaktır. Takrizinde eserin bu yönüne dikkat çeken İzzet Molla, Es‘ad Efendi’nin vakanüvisliğine dair değerlendirmelerde bulunmuştur. Takrizde ayrıca eserin basımına dair birtakım bilgilere de yer verildiği görülür.
  15. İzzet Molla’nın Nâz u Niyâz adlı mesnevisi, şair üzerine yapılmış bazı çalışmalarda eserleri arasında yer almamaktadır. Bkz: İnal 1988: 722-746; Okçu 2001: 562-563; Ömür Ceylan-Ozan Yılmaz 2007: XXXVI. Bu kaynakların yanı sıra şairin söz konusu mesnevisine dikkat çeken bazı çalışmalar da mevcuttur. Bkz: Özyıldırım 2007: 27; Şahin 2013: 151.
  16. Eserin nüsha kayıtları şöyledir: “Süleymaniye Kütüphanesi Esad Ef. 2934, yk. 37b-45b; Dârü’lKütübi’l-Mısriyye, Edebü’t-Türkiyye 1839, yk. 42b-53a” (Şahin 2013: 151).
  17. Sultan Abdülmecid’in kerimelerinden Seniha Sultan ile evlenen Mahmûd Celâleddin Paşa (1853- 1903), Sadaret Mektubî Kalemi memurluğu, nazırlık ve vezirlik görevlerinde bulundu. Şiirlerinde “Âsâf ” mahlasını kullanmıştır. Şairliğinin yanı sıra aynı zamanda iyi bir hami olan Âsâf ’ın evi, meyhaneler ve kahvelerden sonra toplanılan büyük konaklardan biri olmuştur (İnal 1988: 41-50).
  18. İbnülemin Kemal İnal, Celâleddin Paşa’nın etrafında oluşan, aralarında Üsküdarlı Sâfî’nin de bulunduğu sosyal ağa şu şekilde işaret eder: “Meclisi encümen-i şiir idi. Erbâb-ı şiir, o encümene devam eder ve encümende isbat-ı vücut ederdi. [….] Şair Üsküdarlı Talât ve Sâfî Beyler, encümenin âzâyı dâimesindendirler. Erbâb-ı kemâlden diğer zevat da müdavim idiler. Fudaladan Abdurrrahman Süreyyâ Efendi ile Hüseyin Daniş Bey, Beylerin muallimlerindendiler” (İnal 1988: 1930: 60).
  19. Değerli kişiler ölür ve aşağılık olan kalır.
  20. Bu takrizler Süleymaniye Kütüphanesi İhsan Mahvi 94 (İstanbul 1896) numaralı matbu eserde 2-9 sayfa aralığında yer almaktadır.