Mehmet TEKİN

Fatih Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, İSTANBUL,

Anahtar Kelimeler: Peyami Safa,Dokuzuncu Hariciye Koğuşu,roman,otobiyogrofik yöntem

Özet

Bu incelemede, Peyami Safa'nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanı otobiyografik yöntem açısından incelenmiş; bu bağlamda yöntemin roman açısından olumlu ve olumsuz yönleri tartışılmıştır.

1 Roman sanatı ve roman türü adına ileri sürülen düşüncelere rağmen romanı, tam anlamıyla romanstan koparmanın mümkün olamayacağı kanısındayız. Evet, ‘romans’ farklı bir dünyanın (feodal dünyanın), farklı bir felsefenin (gerçeküstünü, fantastik olanı gerçek olarak algılayan, abartıya dayalı felsefenin), nihayet farklı bir edebi tercihin (popülerliği öne çıkaran edebi tercihin) ürünüdür ve üç asrı aşan bir süre içinde doğduğu toplumun bireylerinin estetik talebini karşılamıştır. Hal böyleyken ve üstelik romanın da temelini oluşturan romansı, bütünüyle öteleyip, romanı ‘nevi şahsına münhasır’ bir tür olarak görmek mümkün değildir: Roman, son tahlilde romansın ürünüdür ve onun açtığı vadide yolunu bulmuştur. Bu, modern zamanların ürünü olan ve ‘tekçi/inkârcı’ temele dayalı ‘aydınlanma’ felsefesinden gıdalanan roman için bir eksiklik veya bir kusur değildir: Adına anlatı denilen ve asırlar içinde kendini bulan olgunun gereğidir bu. Son tahlilde, ‘romans’ terbiyesinden geçmemiş bir okurun romana ısınıp alışması mümkün olamazdı.
2 Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, 2000.
3 Bu uygulamanın yetkin bir örneği olarak Orhan Pamuk’un Yeni Hayat romanını gösterebiliriz. Roman “Ben anlatım” tarzıyla kaleme alınmış ve bunun için de meraklı, değişmeye açık bir genç olan Osman, (Ben anlatıcı) olarak sahneye çıkarılır. Roman boyunca bu görevi başarılı bir şekilde yerine getirir. Orhan Pamuk, onun okur tarafından tanınması için de, bahis konusu ettiğimiz imkânları devreye sokar, ya birtakım vesilelerle kendi kendisini tanıtır ya da diğer kahramanların desteğiyle onu tanırız. Sonuçta, bu anlatımının karakterinden kaynaklanan dar imkânların getireceği muhtemel sıkıntılar ortadan kaldırılır ve ortaya başarılı bir metin konulur. Anlatıcının Orhan Pamuk’la bağı -ki vardır- görecedir, en azından ‘kurmaca dünya’nın koşullarında bu böyledir. Daha geniş bilgi için bkz. Ecevit, 1996.
4 Peyami Safa’nın, ‘Roman Tekniği’ konusundaki bilgi ve birikimi için bkz. Tekin, 1999: 32-59.
5 Peyami Safa’nın çocukluk arkadaşı olan Elif Naci, muhtemelen yine Peyami’nin aktardığı bilgilerle hastalığın “Sağ kol mafsalında artrite tuberculeuse” olduğunu ve kolun “ha bugün ha yarın” kesilme ihtimalinin bulunduğunu söyler (Naci, 1980)
6 Gerek Nazım Hikmet’in ve gerekse Tanpınar’ın yazılarını, bizde dağarcığı hayli zengin olan ‘öznel’ eleştirinin dikkate değer örnekleri olarak görebiliriz. Romanın yayınlanışının hemen ardından kaleme alınan yazıların övgü düzeyinin hayli yüksek oluşunun temelinde, her iki ismin Peyami Safa ile olan dostluklarının payının etkisi olmalı. Nazım Hikmet’in romanı, “üç defa okudum, otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım” demesi, nitelikli eleştiriyle değil, nitelikli dostluk duygusuyla açıklanabilir. Yine Tanpınar’ın romanımızın 1930’lu yıllarda içinde yüzdüğü yoksulluğa bakarak nitelikli roman örneği diye gösterdiği Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu “acının ve merhametin yegâne kitabı” diyerek övmesinin temelinde, Nazım kadar olmasa bile, aynı duygunun payı olmalı. Yine de Tanpınar’ın yazısı, Nazım Hikmet’in yazısından ayrı yere konmalı ve romanın içeriğiyle tekniğine dönük olmak üzere küçük, ama dikkate değer ipuçları taşıması itibariyle hatırdan uzak tutulmamalıdır.
7 Otobiyografik romanlar yaratma hürriyetimizi kısarlar. Orada biz sayısız imkân ve ihtimallerden bazılarını tercih hürriyetini kaybeder, bir tanesi üzerinde billurlaşmaya mecbur kalırız.” (Baydar, 1957).
8 Doğal olarak tefrika tarihini (1929) esas alıyoruz.