âdem CEYHAN

Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Manisa/Türkiye

Anahtar Kelimeler: Antoloji,Türk Edebiyatı,Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye,Kaprielyan

Giriş

Bilindiği gibi şair ve yazarların eserlerinden seçilmiş parçalardan meydana gelen kitaba “antoloji” adı verilir. On dokuzuncu asrın ikinci yarısında basılan bu tür eserlerin “müntehabat” (seçilmiş olanlar) ismi yanında, Leta’if-i Âsar, İktitaf, Âsar-ı Meşahir, Nefais-i Edebiyye, Güldeste-i Şuara, Gencine-i Belâgat gibi çeşitli şekillerde adlandırıldığı görülür. Antolojiler, ihtiva ettiklere metinlere göre muhtelif şekillerde sınıflandırılabilir. Mesela 1860-1928 yılları arasında düzenlenen Türk Edebiyatı antolojileri, bir lisansüstü çalışmada, “ders kitabı olarak tertip edilen antolojiler, içinde şiir bulunmayan antolojiler, içinde şiir bulunan antolojiler” şeklinde tasnif edilmiştir (Selim 1996: 4-62). 1860 yılından ülkemizde Latin harflerinin kabul edildiği 1928’e kadar yayınlanan antolojiler, nazım, nesir ve manzum-mensur oluşları, hedefleri, benimsenen edebî anlayış, gözetilen usul yönünden de sınıflandırılabilir (Akdeniz 2000: 43-45).

Bu yazıda, Türk Edebiyatından seçme metinleri içine alan ve ders kitabı olarak hazırlanıp 1892 ve 1893 yılında iki kere bastırılan bir antoloji tanıtılıp değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Türk Edebiyatı Örnekleri Konusunda Bir Antoloji

1892’de Markar A. Kaprielyan tarafından hazırlanan Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye, Atatürk Üniversitesi Seyfeddin Özege Koleksiyonunda 21769 numarayla kayıtlı nüshaya göre, aynı yıl Kudüs’te; bir sene sonra ise İstanbulSultanhamam Caddesindeki Matbaa-i K. Bağdadlıyan’da Arap harfleriyle basılmıştır. Kitabın alt başlığının ve okutulması konusunda İstanbul’daki Patrikhaneye ait yazının Ermenice oluşu, yine ihtiva ettiği metinlerde geçen alışılmadık Arapça, Farsça kelimelerin anılan azınlık dilindeki karşılıklarının da verilmiş bulunması, Osmanlı Devleti idaresi altındaki Ermeniler için hazırlandığını göstermektedir.

Doksan sayfadan ibaret antoloji, isminden de anlaşılabileceği gibi, çeşitli Türk şair ve yazarlarının eserlerinden alınan örnekleri ihtiva etmektedir. Seçilen yazı ve şiirler gözden geçirildiğinde, bunların çoğunun Recaizade Mahmut Ekrem (1847-1914), Akif Paşa (1787-1845), Muallim Naci (1850- 1893), Nigâr [bint Osman Paşa] Hanım (1856-1918), Menemenlizade Mehmet Tahir (1862-1903), Muallim Naci’nin bir kıt’asıyla “nazımü’l-hikem” (hikmetleri nazmeden) unvanını verdiği Ahmet Hamdi Bey (1850-1917), Sadık Vicdani (1864?-1939), Münif Paşa (1828?-1910) gibi edebî şahsiyetlere ait olduğu görülür. Bununla birlikte daha az sayıda olsa da Sünbülzade Vehbi (ö. 1809), Nabi (1642-1712), Enderunlu Vasıf (ö. 1824-25), Fuzuli (ö. 1556), Seyyit Vehbi (ö. 1736), [Muvakkit-zade] Pertev (1746-1807), Bağdatlı Ruhi (ö. 1605-1606) gibi zaman bakımından eski şairlerin divan veya mesnevilerinden seçme şiir ve beyitlere de yer verilmiştir. Antolojide kime ait olduğu kaydedilmemiş bazı parçalara da (s. 24, 29-30, 66, 76, 77-78) rastlanmaktadır. Sayfaları belirtilen bu metinlerden ilki dışındakilerin sırasıyla Muallim Naci, Recaizade Mahmut Ekrem, Mustafa Reşit ve yine Recaizade Mahmut Ekrem’e ait olduğu tespit edilmiştir.

Seçilen yazı ve şiirlerin adları sıralanıp özleri kaydedildiğinde, bu eserin muhtevası, hedeflediği okuyucu kitlesi ve terbiyevi gayesi hakkında fikir verileceği düşünülmektedir:

Antolojinin başında hazırlanış biçimi, gayesi, hitap ettiği zümre hakkında bilgi veren bir ön söz veya takdim bölümü bulunmamakta; sadece İstanbul Ermeni Patrikhanesine ait kısa Ermenice açıklamada, Osmanlı edebiyatı hakkında bir eserin meydana getirilişi hususunda Markar A. Kaprielyan’ın vazifelendirildiği ve onun hazırladığı kitabın okutulmasına karar verildiği belirtilmektedir. Antolojiye alınan edebî metinlerin çoğu, çocuklarla alâkalıdır ve onların ilgisini çekebileceği düşünülerek seçilmiş gibidir. Bundan dolayı söz konusu Türk Edebiyatı örneklerinin daha ziyade orta dereceli okul öğrencileri için bir ders veya “kıraat” kitabı olarak hazırlandığını söylemek mümkündür. Kaprielyan’ın, Gülşen-i Letâ’if adlı eğitici, öğretici eserini 1894’te antolojisine benzer biçimde bastırması da bu fikrimizi teyid etmektedir.

Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye’de Türk şair ve yazarlarının eserlerinden nümuneler seçilip verilirken edebî türler, devirler, kronoloji gibi belli bir yola uyulmamış; tercüme veya telifi parçaların art arda sıralanışıyla yetinilmiştir. Hem mensur yazıların, hem de manzumelerin bulunduğu bu antolojide, metinlerin yaklaşık üçte ikisi şiir türündedir. Seçilen şiirlerin çoğu aruz, sadece ikisi (Mersiye s. 17, Dihkan s. 36-37) hece ölçüsüyle yazılmıştır. Kitaba alınan metnin nereden, şair veya mütercimin hangi eserinden nakledildiği belirtilmemiş; söz konusu edebî şahsiyetlerin kimlikleri, parçaların şekli, türü, muhtevası, dil hususiyetleri hakkında da herhangi bir bilgi verilmemiştir. Seçkiye alınan yazı ve şiirlerin üçte birinin Batı edebiyatından çevrildiği, müterciminin de -birkaçı dışında- Recaizade M. Ekrem olduğu dikkat çekmektedir. Bu durum, on dokuzuncu asrın sonlarında Osmanlı şair ve yazarları üzerinde gittikçe artmakta olan Batı tesirini ve edebî mahfillerde yeni edebiyatın temsilcisi, muallimi olarak M. Ekrem Beyin itibarlı yerini gösterir.

Kitabı hazırlayan, antolojisi için tercih ettiği bazı parçaların başlıklarında gerekli gördüğü değişiklikleri yapmış; metinlerinde de kısaltarak aktarma, şahsen uygun bulmadığı kısımları almama gibi tasarruflarda bulunmuştur. Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse, şunlar anılabilir: Akif Paşa’nın H. 1262 (M. 1836) yılında Bulak’ta bastırılan şiir kitabında “Hafidesi vefatında söylemiştir” (Akif Paşa 1262/1836: 37) cümlesi altındaki manzumesi için “Mersiye” başlığını uygun görmüş (Kaprielyan 1893: 17); Muallim Naci’nin tamamı on dört beyit olan “Ninni” adlı şiirinin (Muallim Naci 1300/1883: 424) yedi beytini almış (Kaprielyan 1893: 19-20); Recaizade Mahmut Ekrem’in Zemzeme isimli eserinin üçüncü kısmında “Ferda-yı Tedfin” olan manzume başlığını (Recaizade Mahmut Ekrem 1301/1885: 89-90), “Mersiye” şeklinde değiştirmiş; ayrıca onun ilk iki bendine yer vererek üçüncü ve son bendini aktarmamıştır (Kaprielyan 1893: 23). Son bir örnek: Muallim Nacinin “Nazımü’l-hikem” (Hikmetleri nazmeden) unvanını verdiği Ahmet Hamdi Bey’in “Nutk-ı Manzum” adlı didaktik şiiri (İbrahim Necati 1312/1895: 47-48; Bursalı Mehmet Tahir 1333/1915: 158- 159), muhtevası göz önünde tutularak “İlme Teşvik” başlığıyla sunulmuştur (Kaprielyan 1893: 38-39). Kapağında “Maarif Nezaret-i celilesinin ruhsatiyle tab olun”duğu kaydı bulunan kitaptaki bazı değiştirme ve çıkarmaların, anılan resmî makamca yapılmış olması da mümkündür.

Söz konusu antolojideki yazı ve şiirlerin büyük bir kısmı, hedef alınan okuyucu kitlesinin kelime dağarcığı, bilgi ve anlayış seviyesinin üstündedir. Çünkü bu kitaptaki parçalarda, 12-18 yaş grubunda yer alan, hele ana dili Türkçe olmayan çocuk ve gençlerin anlayamayacağı birçok Arapça, Farsça kelime ve tamlama bulunmaktadır. Bundan dolayı, hazırlayan, seçip bir araya getirdiği Türk Edebiyatı örneklerinden okuyucuların faydalanmasını kolaylaştırmak için, metinlerin hemen ardından onlarda geçen Arapça, Farsça kelimelerin bu dillerdeki eş manalarıyla Türkçe ve Ermenice karşılıklarını vermeyi lüzumlu görmüştür.

Aslında on dokuzuncu asrın ikinci yarısında ve yirminci asır başlarında çocuklara hitaben yazılan veya onlar için hazırlanarak bastırılan kitapların dilinin, üslubunun hedef alınan bu okuyucu zümresine umumiyetle uygun bulunmadığını ileri sürmek, sanırız, hatalı olmayacaktır. Nitekim belirtilen zaman diliminde yaşamış bazı şair ve yazarlarımız, çocukluk çağlarında anlayarak ve zevk alarak okuyabilecekleri edebî eser bulmakta güçlük çektiklerini, bundan dolayı yetişkinler için yazılmış birtakım metinleri okuyup anlamaya çalıştıklarını ifade ederler. Mesela Muallim Naci, Ömer’in Çocukluğu adlı hatıralarında ağabeyinin kendisine ilmihal ve Birgivi Risalesi okuttuğunu, şahsen de meşhur sufi İbrahim Edhem hakkındaki basma bir eseri okuduğunu anlatır (Muallim Naci 1307/1889-90: 186-188). Edebiyat-ı Cedide şairlerinden Hüseyin Suat (Yalçın, 1867-1942), mektep tahsilleri sırasında babasının kitapları arasındaki bir- iki eski divanı görüp zevkle okumaya başladığını, bunlardaki birçok beytin manasını anlayamadığını, fakat onları okuya okuya şiire hevesinin geldiğini belirtir. (İbnü’l-Emin Mahmud Kemal İnal 2002: 2201). Hüseyin Suat’ın kardeşi Hüseyin Cahit Yalçın (1874-1957) da Edebî Hatıralar’ında çocukluğunda Âşık Garip ve Kerem hikâyelerini okuduğunu, ancak Hz. Ali’nin gazaları, Battal Gazi, Kara Davut gibi eserleri onlara tercih ettiğini anlatır. Yalçın’ın hatıralarından edinilen bir başka bilgi, çocukluk yıllarında geceleri ablası tarafından Ahmed Midhat Efendi’nin romanlarının sesli olarak okunduğu, babası ve annesinin bunları beğenerek dinlediği, kendisinin de takip etmeye uğraştığı, sonunda yorulup uykuya daldığıdır. Babasının kitapları arasında bulunan Fususu’lhikem ve Hadikatü’s-süeda’yı okumak istemesine rağmen anlayamadığını belirten Hüseyin Cahit, Fuzuli, Nedim, Nabi, Sünbülzade Vehbi divanlarını da sevememiş; Hz. Peygamberin mucizeleri hakkındaki Şevahidü’nnübüvve’yi ise zevkle okumuştur (Yalçın 1935: 5-10).

Gerçekten 1850-90’lı yıllarda çocukların bilgi ve anlayış seviyesine uygun, zevkle okuyabilecekleri Türkçe edebî eserler yok denecek kadar azdır. Mesela rüştiyelerde okutulan, bu sebeple defalarca basılan Lutfiyye adlı nasihat kitabı, 12-15 yaş grubundaki çocuklar için değil, H. 1205 (M. 1791)’de Sünbülzade Vehbi tarafından 22-23 yaşlarındaki oğlu Lutfullah’a hitaben yazılmıştır. Bu konuda, o devirleri idrak eden bir aydının Türk çocuk edebiyatı konusundaki mütalaasını anmak yerinde olur: Ispartalı Hakkı Bey (1868-1923), Osmanlı dilinin öğretimi konusunda 22 Ağustos 1325 (4 Eylül 1909) tarihinde Mekteb-i Hukuk’ta rüştiye mektepleri muallimlerine hitaben verdiği konferansta, Türkçenin eser itibarıyla fakir olduğunu belirtir; çocuklar için besleyici ve sindirilmesi kolay kitaplarımızın bulunmadığını, onlara Âşık Garib, Kan Kalesi veya Cezmi, Rübab-ı Şikeste gibi şeylerin okutulamayacağını, Gülistan gibi, La Fontaine Masalları gibi bir tane bile eserimizin olmadığını, Arap ve Acem taklitçisi şair ve yazarlarımızın hep Türkçeyi hor görmekle gelip gittiklerini üzülerek anlatır. Hakkı Bey’e göre, “kıraat” kitabı olarak son zamanlarda yetiştirilen tek tük eserler, besleyici ve sindirilmesi mümkün olmayan bir nitelik arz eder. Bir örnek olmak üzere Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefa’daki ağır konularla çocukların uzlaşabilmesinin imkânsız olduğunu dile getiren Ispartalı Hakkı, onlar için okuma kitabı niyetiyle hazırlanmış İktitaf’ta Arapça ve Farsça kelimelerle dizilmiş sekiz-on satırlı cümlelerin bulunduğunu, “Ne ile iştigal etmelidir? İktisab-ı danişe verzişle” “Danişi ne maksatla iktisap etmelidir? Fakr-ı vahim olan fakr-ı cehaletten halas olmak maksadıyla” gibi sözlerden çocuğun bir şey anlayamayacağını ifade eder. Hakkı Bey, bahsi, incelediğimiz antolojide de bulunan bir La Fontaine masalı tercümesine getirerek bunun aslındaki sevimli irfan gıdasının bir tercümesinde görülemediğini şöyle anlatır:

“Bakılsa bizde herkes edip.. Herkes şair… Edebiyattan anlamayan, şiirden çakmayan kimse yok. Edebiyatı bu kadar feyizli, üdebası bu kadar bol olan bir lisanda La Fonten Masalları gibi sade hikmetli eserler olmalı değil mi idi? Bunu lisanımıza nakle çalışanlar olmuş… Fakat birisi bile zerre kadar muvaffak olamamış. Eserin aslı, etfal için o kadar menus ve mahbup olan o gıda-yı irfan nerede? Bunun tercümelerinden olarak ortaya konulan

Sâl-hurde fakîr bir hattâb
Bin meşakkatle kesdiği hatabı,
Yüklenip sırtına misâl-i devâb
Nakl için de çekerdi bin taabı”

gibi garip ve müsteskal şeyler nerede? Velev Üstad-ı Ekrem’in mahsul-i himmeti olsun, bu manzume etfale yükletilebilir mi? Ben bunu vaktiyle okumuş, ezber etmiş isem de bugün oğluma teklif ve tavsiye edebilir miyim? Teklif edemem, çünkü günah olur. Tavsiye edemem, çünkü hüsn-i kabul görmez.” (Ispartalı Hakkı 1327/1909: 94).

Ancak Osmanlı memleketlerinde çocuklar için kitap, gazete ve dergilerin 1860’lı yılların sonlarından itibaren yayınlanmaya başladığı (Kür 1991: 7) yazı dilimizin henüz onların seviyesine uygun olarak sadeleşmediği, lisandaki değişmenin de kısa zamanda gerçekleşmediği (Özdem 1999: 859-931) düşünülürse, işaret edilen eksiklik bir dereceye kadar mazur görülebilir.

Denebilir ki her iktidarın bir eğitim ve kültür politikası vardır. Bu eğitim, öğretim siyasetinin kendisini belli ettiği yerlerden biri de her derecedeki okullarda okutulan, bilhassa resmî çerçevesi çizilen ders kitaplarıdır. Ele alıp incelenen Türk Edebiyatı örneklerinden ibaret eserde de Zühdü Paşa’nın (1834-1902) Maarif-i Umumiyye nazırı olduğu o yıllarda takip edilen millî eğitim esaslarının izlerini görmek mümkündür.[2] Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin azınlıklar konusundaki siyasetinin temel hedefleri, onların sadık bir unsur olarak idareye bağlı kalması, ayrılıkçı fikirlere kapılmaması ve büyük Avrupa devletlerinin siyasi gaeylerine alet olmamasıdır. Bu sebeple azınlık mekteplerinin ruhsatla açılması, düzenli olarak teftiş edilmesi, muallim ve öğrencilerinin hüviyeti vb. konular, devletçe ciddiyetle ele alınan meseleler arasındadır. Kısaca ifade etmek gerekirse, idarenin iradesi, bu okulların din ve devlet aleyhine faaliyet göstermemesi, belirlenen kanuni sınırlar içinde kalması yönündedir. Nitekim Sultan II. Abdülhamid devri maarif nazırlarından Ahmet Zühdü Paşa’nın, muhtemelen 1311/ 1894 yılında hazırlayıp padişaha sunduğu rapor, meseleyi Osmanlı memleketleri çapında ortaya koyan ve alınması gerekli tedbirlere de dikkat nazarını çeken bir metindir (Çetin 1983: 189-219).

Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye’de iktibas edilen edebî metinler vasıtasıyla bazı millî, manevi ve ahlâki değerlerin okuyuculara telkin edilmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır ki bunlar şöyle sıralanabilir: İnsanın çevresine, gökyüzüne, tabiata ve kendi vücuduna bakarak Allah’ı tanıması, hayvanlara sevgi ve merhametle davranış, küçük yaşta ölmüş kız torunu için bir dedenin yazdığı mersiye, dolayısıyla ona karşı duyduğu büyük muhabbet ve şefkat, kardeşlerin birbirlerine sevgiyle bakması ve yardımcı olması gerekliliği, kırlangıç gibi tabii çevredeki varlıkların hayatına iyimser bir gözle bakış, böylece maddi, manevi yükselme isteği ve yuva (aile) sevgisi, yakını ölmüş arkadaşlara baş sağlığı dileme ve onları teselli etme vazifesi, insanlarla alay etme ve dedikoduculuktan sakınma, yeni yetme bir kuşun anne ve babasının yardımıyla yuvadan uçuş denemeleri ve sonuçta bunu başarıp uçması, hastalıklar sırasında Allah’tan şifa dilemek, öksüz ve yetim çocuklara acımak ve elden geldiği kadar yardımcı olmak, anne ve babaya saygı göstermek, ilim edinmek için çalışmak, okumayı sevmek, yeme, içme, uyuma gibi ihtiyaçlarda ölçüyü kaçırmamak, iyi nam kazanmak, ebeveyni Allah’a ibadet eden bir çocukta dinî duygu ve düşüncenin uyanış ve gelişimi, iyi bir ad elde etmek için çalışmak gerektiği, insanın ilim ve emekle ilerleyip mutlu olacağı, gençlik çağını yararsız geçirmemek lâzım geldiği, çevreye ve insanlara zarar vermeyen, faydalı işler yapma lüzumu…

Antolojiye alınan mensur yazı ve manzumeler, bir taraftan orta dereceli okul öğrencilerinin edebî ve estetik zevkini beslemeyi, diğer taraftan aile, hayat, tabiat, kâinat, ölüm, ahlâk vb. konularda bilgi ve görgülerinin artışını hedeflemiş görünmektedir.

Sonuç

Eserde antoloji hazırlanırken nasıl bir yol tutulduğu konusunda bilgi veren bir ön söz bulunmadığından, hazırlayanın tercihlerine dair ilk elden fikir edinilememiştir. Seçkiye alınan parçaların yarısından fazlasının çocuklarla alâkalı oluşu, ayrıca içinde geçen Arapça, Farsça kelimelerin Ermenice karşılıklarının da kaydedilmiş bulunması, onun orta dereceli okullarda okuyan Ermeni öğrenciler için hazırlandığını göstermektedir. Kaprielyan, “Türk Edebiyatı Örnekleri” manasındaki antolojisine Türklerin Müslüman oluşundan önceki ve İslam’ı kabulünden sonraki en eski eserlerinden parçalar almamış; ayrıca Klasik Türk Edebiyatının Baki, Nefi, Nedim, Şeyh Galip gibi zirve sayılan şahsiyetlerinden nümunelere de yer vermemiştir. Bunun sebebi, büyük bir ihtimalle, söz konusu şair ve yazarların eserlerinde, hedeflenen okuyucu zümresinin seviyesine uygun metinler bulmakta zorluk çekilmesidir. Antolojide Fuzuli, Nabi, Sünbülzade Vehbi gibi Osmanlı şairlerinin divan yahut mesnevilerinden de bazı parçalar nakledilmekle beraber, daha ziyade Recaizade M. Ekrem, Muallim Naci, Nigâr Hanım misali on dokuzuncu asırda yaşayan edebî şahsiyetlerin eserlerinden seçme metinler tercih edilmiştir. Ayrıca –tahminimize göre- hedef alınan orta dereceli okul öğrencileri için daha çekici ve sevimli gelebileceği düşünülerek –birtakım Osmanlı şair ve yazarlarının da yönelip ilgi gösterdiği- Batı edebiyatından çevrilmiş metinlere üçte bir oranında yer verilmiştir.

Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye’ye alınmış edebî metinlerden büyük bir kısmının, hitap edilen okuyucu grubunun seviyesi üstünde göründüğü, rahatlıkla ileri sürülebilir. Fakat bu durumun, on dokuzuncu asrın ikinci yarısındaki Türkçe edebî eserlerin dilinden ileri geldiğini, söz konusu parçalarda geçen Arapça, Farsça kelimelerin, tamlamaların karşılıkları verilerek kolayca anlaşılamama güçlüğünün bir dereceye kadar giderilmeye çalışıldığını söylemek mümkündür. Kaprielyan’ın kitabına aldığı bazı metinlerde, çocukluk ve yeni yetmelik çağındaki okuyucuların seviyesini, kültürel durumunu gözönünde tutarak başlık değiştirme, mahzurlu sayılabilecek kısımları almama vb. bazı tasarruflarda bulunduğu da görülür. İşaret edilen değişikliklerden bir kısmının, basılacak eserleri kontrol eden resmî komisyon mahiyetindeki Encümen-i Teftiş ve Muayene tarafından yapılmış olması da muhtemeldir.

Çocukların, içinde yaşadıkları cemiyetin sağlıklı birer ferdi, tabii ve sosyal çevrenin bilgili, çalışkan, faydalı, erdemli mensubu olarak yetişmeleri, birtakım millî, ahlâki, insani değerleri edinmeleri hususunda seviyeleri gözetilerek yazılan edebî eserlerin mühim bir yerinin olduğu bilinmektedir. Antolojiyi hazırlayan, edebî parçaları seçerken, ders veya yardımcı ders kitapları için Maarif-i Umumiye Nezareti tarafından belirlenmiş olan resmî çerçeveyi de gözeterek o metinler vasıtasıyla Allah inancı ve sevgisi, anne-babaya saygı, dürüstlük, ilim öğrenme, çevredeki canlılara merhamet gibi bazı ortak insani, manevi ve ahlaki değerleri telkin etmeyi de hedeflemiştir.

Bu antolojinin muhtevası hakkında fikir vermek üzere, seçtiğimiz birkaç parçayı ve onların günümüz Türkçesine aktardığımız biçimlerini sunacağız. Her ne kadar bu edebî metinleri çağımız Türkçesine aktarma işi, bazı okuyucular için lüzumlu değilse de Osmanlı Türkçesini bilmeyen başka birtakım okurlar için –kanaatimizce- gereklidir.

ANTOLOJİDEN SEÇME METİNLER

Eşyada Cüst ü Cu-yı Hakikat

Ey ruh! Muhitin olan şu temaşagâh-ı pür-şükûha atf-ı nazar-ı dikkat eyle. Kendini ve mahlûkat-ı saireyi meşgul-i nigâh-ı ibtisar et. Asıllarını, nesillerini, suret-i tekevvünlerini, şekillerini, menafiini, fevaidini başka başka nazar-ı tahayyüre al. Âsar-ı rahmet-i İlahiyyeye nazır olan her kalbi meşhun-ı hayret ve icaz eden şu revabıt-ı ma-lâ-nihaye-i kâinata bak!

Bazan gökyüzüne nazar ederim… Onun o elvan-ı müşaşaa ve mütenevviasını… Âleme neşr-i envar eden o ecramı… Pertevi muhat olduğum eşyayı bana ıyan eden o şems-i tabanı temaşa ettikçe meftun ve mütahayyir olarak bu şeyler kimin eseri olduğunu kendi kendime şu suretle suale başlarım:

Bu kubbe-i fesiha-i semayı kim inşa eyledi? Add ü ihsaya gelmeyen o kanadili oraya kim talik etti? Şaşaalarını o derece uzak mesafelerden bize kadar isal eden o ecram hangi saniin eseridir? Onlara o kadar intizam tahtında seyir ve hareketi talim eden kimdir? Güneşi tenvir-i âleme… ifaza-i arza memur eden kimdir?

Ey yüce dağlar! Size böyle tarh-ı esas-ı üstüvar eden… sizi böyle bulutlara kadar yükselten kimdir? Sizi o sebz ü hurrem ormanlarla o meyvedar ağaçlarla o bin türlü nafi nebatat ile o rengin ve mütenevvi çiçeklerle tezyin eden kimdir? Şevahıkınızı karlar, buzlar altında setreden… arazi irva ve ihya edici o menbaları... her tarafa feyz u bereket ve hayat bahş eyleyici.. o nehirleri sinenizde nebean ve cereyan ettiren kimdir?

Ey güzel çiçekler! Bu zineti, bu arayişi size kim bahşeyledi? Sizin bu letafet-i dil-firibinizi husule getiren bir avuç toprak… birkaç damla sudan mı ibarettir? Tefrih-i meşam eden o revayih-i tayyibeyi nereden buldunuz? Tenvir-i enzar eden o elvan-ı gûnagûnu size kim ihsan eyledi?..

Ey toprakları, suları şenlendiren mahlukat! Hilkatinize.. hayatınıza.. tabiatınıza muvafık olan ve kuvve-i idrak-i beşeri duçar-ı hayret ü istiğrab eden o bin türlü havass-ı acibeniz kimin atiyyesidir?

Akıl ve idraki gümgeşte-i hayret eden bu garaibi düşündükten sonra bir aralık kendimi tahatturla ser-efraz-ı mahlukat olan nev-i beşerin hilkat ve mahiyetini teemmüle başlarım. Bu sırada dahi muhayyir-i ukul bir nice havarık fevc fevc piş-i nazar-ı ibretime gelir ve gönlümü müteessir eyler. Sübhanallah!.. Bir avuç toprak, o derece muntazam bir vücuda nasıl münkalib oldu? Nasıl oluyor ki o vücuttan bir uzuv kendisini muhit olan eşyayı görüyor? Bir diğeri etrafında husule gelen asvatı işitiyor? Bir üçüncüsü havayı tatir eden revayih-i tayyibeden müstefid oluyor? Efkârımızı… arzularımızı hemnevimiz arasında tamamıyla anlayıp anlatmak kabiliyet-i giran-kıymeti[ni] bize kim ihsan etti? Hele en büyük bir nimet olan fikir ve nazarı -ki kâffe-i eşyayı mizan-ı dikkate urmağa aralarındaki revabıt ve münasebatı taharriye… bu suretle yeniden yeniye birçok malûmat ve fevaid istihsaline velhasıl beşeriyetimizi ispata medardır- nereden bulduk?..

Ey Rabbü’l-erbab olan zat-ı İlahi! Hakayıkı na-kabil-i idrak olan bunca measir-i harikayı teemmül edip de bunlar bütün senin sun‘-ı kudretin olduğunu nasıl fehm etmeyeyim?.. O eşya içinde senin hikmetini… azametini… adaletini –ki mahlukatın ve hususa nev-i beşerin mesudiyyetine sebep ve illettir- nasıl müşahede etmeyeyim?..

Evet Allahım! Bu kâinat ve onda meşhud olan asar-ı hayat u harekât ve sekenat ezelde rahmet-riz-i sudur olan ferman-ı kudret-beyan-ı “kün fe yekûn”unla[3] cilve-nüma-yı vücud u şühut oldu!..

Louis Cousin-Despréaux- Mütercimi Ekrem Bey

[Günümüz Türkçesiyle: Eşyada Hakikati Araştırmak

Ey ruh! Çevren olan şu ululuk dolu seyir yerine dikkatle bak! Kendini ve diğer yaratılmış olanları can ve gönülden görme bakışının meşgulü et! Asıllarını, soylarını, meydana gelme biçimlerini, şekillerini, faydalarını, yararlarını başka başka hayran oluş nazarına al, düşün! Allah’ın rahmet eserlerine bakan her kalbi hayret ve âciz bırakmayla dolduran şu kâinatın uçsuz bucaksız münasebet ve düzenlerine bak!

Zaman zaman gökyüzüne bakarım… Onun o parlak ve çeşitli renklerini… dünyaya, herkese ışıklar saçan o cisimleri… ışığı etrafımı çeviren eşyayı bana belli eden o parlak güneşi seyrettikçe hayran ve şaşırmış olarak bu şeylerin kimin eseri olduğunu kendi kendime şu şekilde sormaya başlarım:

Bu göğün geniş kubbesini kim yaptı? Sayıya gelmeyen o kandilleri oraya kim astı? Parlaklıklarını o derece uzak mesafelerden bize kadar ulaştıran o cisimler hangi yaratıcının eseridir? Onlara o kadar düzen altında gezme ve hareketi öğreten kimdir? Güneşi âlemi aydınlatmağa… dünyayı bereketlendirmekle vazifeli yapan kimdir?

Ey yüce dağlar! Size böyle sağlam temel atan… sizi böyle bulutlara kadar yükselten kimdir? Sizi o yeşil ve gönül açıcı ormanlarla o meyveli ağaçlarla o bin türlü faydalı bitkilerle o renkli ve çeşitli çiçeklerle süsleyen kimdir? Tepelerinizi karlar, buzlar altında gizleyen… toprakları suya kandırıcı ve diriltici o kaynakları... her tarafa feyiz, bereket ve hayat bağışlayıcı.. o ırmakları bağrınızda kaynattıran ve akıttıran kimdir?

Ey güzel çiçekler! Bu süsü, bu ziyneti size kim bağışladı? Sizin bu cazibeli güzelliğinizi meydana getiren bir avuç toprak… birkaç damla sudan mı ibarettir? Burnu ferahlandıran o güzel kokuları nereden buldunuz? Gözleri aydınlatan o çeşit çeşit renkleri size kim verdi?..

Ey toprakları, suları şenlendiren mahlûklar! Yaratılışınıza.. hayatınıza.. tabiatınıza uygun olan ve insanın anlayış gücünü hayrete ve garip bulmaya uğratan o bin türlü acayip nitelikleriniz kimin hediyesidir?

Akıl ve anlayışı hayrette kaybettiren bu garip şeyleri düşündükten sonra, bir aralık kendimi hatırlamakla mahlûkların benzerlerinden üstün olan insan türünün yaratılış ve aslını iyice, etraflıca düşünmeye başlarım. Bu sırada da akılları hayrette bırakan birçok harikalar bölük bölük ibret nazarımın önüne gelir ve gönlümü duygulandırır. Sübhanallah!.. Bir avuç toprak, o derece düzgün, intizamlı bir vücuda nasıl döndü? Nasıl oluyor ki o vücuttan bir organ kendisini kuşatan şeyleri görüyor? Bir diğeri etrafında meydana gelen sesleri işitiyor? Bir üçüncüsü havayı güzel kokuyla kokulandıran güzel kokulardan faydalanıyor? Fikirlerimizi… isteklerimizi aynı türden olduğumuz insanlar arasında bütünüyle anlayıp anlatmak değerli kabiliyetini bize kim ihsan etti? Hele en büyük bir nimet olan fikir ve düşünmeyi -ki nesnelerin hepsini dikkat terazisine koymaya, aralarındaki ilgi ve münasebetleri araştırmaya… bu şekilde yeniden yeniye birçok bilgiler ve faydalı şeyler elde etmeye, kısacası insanlığımızı ispata yardımcıdır- nereden bulduk?..

Ey sahiplerin sahibi olan İlâhî zat! Gerçekleri anlaşılması mümkün olmayan bunca harika, güzel eserleri iyice düşünüp de bunlar bütün senin kudretinin yapısı olduğunu nasıl anlamayayım?.. O eşya içinde senin hikmetini… büyüklüğünü… adaletini –ki mahlûkların ve ayrıca insan türünün mutluluğuna vasıta ve sebeptir- nasıl görmeyeyim?..

Evet Allahım! Bu kâinat ve onda görülen hayat, hareketler ve duruşların eserleri, ezelde rahmet dökerek çıkan kudret beyanlı “kün fe yekûn” buyruğunla varlık ve vücut bulma görünüşünü gösterdi!..

Louis Cousin-Despréaux- Mütercimi Ekrem Bey.]

İlme Teşvik

[Mef‘ûlü fâilâtü mefâîlü fâilün][4]

Ey muhterem refîklerim! Fart-ı şevk ile
Tahsîl-i fenn ü dânişe ikdâm-ı tâm edin

Hayru’l-enîs bence kitâb-ı nefîstir
Ol yâr-i mihr-bâna amân ihtirâm edin

Yoktur cihânda farkı avâmın hevâmdan
Mümkünse terk-i ülfet-i sınf-ı avâm edin

Hep şeh-süvâr-ı arsa-i hüsn-i beyân olup
Tab‘-ı semend-i hâmeyi engüşte râm edin

İbkā-yı zikr-i hayr eden olmaz fenâ-pezîr
Neyl-i hayât-ı sermed için kesb-i nâm edin

İhrâz-ı şöhret eylemenin bin tarîkı var
Ammâ tarîk-ı mârifeti iltizâm edin

Elden kitâb düşmesin aslâ şu hâl ile
Her şâmı subha münkalib ve subhu şâm edin

Kesb-i kemâle mâni olur ekl ü şürb ü hâb
Taklîl-i ekl ü şürb ile kasr-ı menâm edin

Sermâye-i husûl-i emel sa‘y-i tâmdır
İbzâl-i nakd-i vakt ile ihrâz-ı kâm edin

Âkıl eder mi bîhude-gûlukla iftihâr
Ebhâs-ı ilm ü hikmete hasr-ı kelâm edin

Mekteb değil mi matla‘-ı envâr-ı mârifet
Söz dinleyin, şu mektebe her gün devâm edin

Çıkdıkta, sıdk ile vatana hizmet eyleyip
Ahvâl-i mülkü behrever-i intizâm edin

Ahkâm-ı şer‘ u dîne kılıp hüsn-i imtisâl
Celb-i rızâ-yı sâye-i Rabbü’l-enâm edin

Hemşîreler! Nasîhatımı siz de dinleyin
Îfâ-yı muktezâsına sa‘y-i müdâm edin

Bu mekteb-i edepten edip iktisâb-ı feyz
Akrân içinde kesb-i ulüvv-i makām edin

Bir gün gelir ki sâhibe-i beyt olursunuz
Ol gün için bu gün çalışın, ihtimâm edin

Siz nev-nihâl-i ravza-i ilm ü edebsiniz
Estikce bâd-ı feyz-i İlâhî hırâm edin

Olsun duâ-yı şâh-ı cihân âhir-i kelâm
Îfâ için şu resmi umûmen kıyâm edin!

Hamdi Bey

[İlme Teşvik- Muhterem arkadaşlarım! İlim ve fen tahsil etmek için, zevk ve şevkle tam çalışın!.. Dostun iyisi, bence, çok hoşa giden kitaptır. O sevgili dosta –aman- hürmet edin!.. Dünyada bilgisiz kimselerin böceklerden farkı yoktur.[5] Mümkünse, cahil kimseler takımıyla arkadaşlık etmeyi bırakın… Hep anlatım güzelliği arsasının baş binicisi olup kalem atının tabiatını parmağa boyun eğdirin!.. İyi anılmayı bakileştiren kişi, yok olup gitmez... Devamlı bir hayata erişmek için (iyi) ün kazanın!.. Şöhret kazanmanın bin yolu var… Ama siz ilim, irfan ve hüner yolunu gerekli görün… Elinizden asla kitap düşmesin. Bu hâlle her akşamı sabaha döndürün ve sabahı akşam edin!.. (Çok) yemek, içmek ve uyumak, olgunluk kazanmaya engel olur. Yeme ve içmeyi azaltmakla uykuyu kısaltın… Umulan ve istenen şeyin olmasının sermayesi, tam çalışmaktır. Vakit nakdini bol bol harcayarak istediğinizi elde edin (muradınıza erin)... Akıllı insan boş konuşmayla, gevezelikle övünür mü?!. Siz, sözünüzü ilim ve hikmet konularına has kılın… İlim, irfan ve hüner ışıklarının doğduğu yer, mektep değil mi? Söz dinleyin; şu mektebe her gün devam edin!.. (Okuldan mezun olup) çıkınca, doğrulukla vatana hizmet edip memleketin hâllerine intizamdan nasip aldırın!.. İslâm dininin hükümlerine güzelce uyarak bütün mahlûkların, insanların Rabbinin gölgesinin[6] hoşnutluğunu kendinize çekin. Kız kardeşler! Öğüdümü siz de dinleyin… Gereğini yerine getirmek için devamlı çalışın!.. Bu edep mektebinden feyiz, (ilim ve irfan) elde ederek yaşıtlarınız içinde yüksek mevki kazanın… Bir gün gelecek, ev sahibesi olacaksınız... O gün için bu gün çalışın; dikkatle iş görün… Siz ilim ve edep bahçesinin taze fidanısınız… İlahi feyiz rüzgârı estikçe, salına salına gidin!.. Sözün sonu, cihan şahı için dua olsun: Bu âdeti yerine getirmek için hepiniz ayağa kalkın!..]

Hüsn-i Hulk

[Feilâtün feilâtün feilün]

Etme erbâb-ı tekebbürle suhan
Ol gürîzân mütekebbirlerden

Sana tâzîm olunursa ne güzel
Etmeyen câhil ile etme cedel

Olma mecliste ne bir gûne hamûş
Vakt ile gâh zebân ol geh gûş

Suhanı ibret-i dürr ü güher et
Mümkin olduğu kadar muhtasar et

Olur insânda zebân bir iki gûş
Sen dahi söyle bir ol iki hamûş

Gerçi pür-gûlük eden hiffet eder
Lîk hâmûşî dahi sıklet eder

Kimseye verme huşûnetle cevâb
Lutf ile izzet ile eyle hitâb

Kimsenin aybını urma yüzine
Gûşunu bâb-ı kabûl et sözine

Eyleme kimseyi kat‘â techîl
Etme mahlûk-ı Hudâ’yı tahcîl

Kimsenin aybına ta‘n etme meded
Ki olur hâsılı endûh-ı ebed

Nabi

[Huy Güzelliği- Büyüklenen kimselerle konuşma; kibirli, kendini beğenmiş kimselerden kaçın! Sana saygı gösterilirse, ne güzel; hürmet etmeyen cahille tartışma! Oturulup sohbet edilen yerlerde öyle aynı tarzda susma! Zamanı gelince, bazan söz söyle; bazan da dinle! Sözünü inci ve mücevher ibreti et! Mümkün olduğu kadar kısa tut. İnsanda bir dil, iki kulak vardır... Sen de bir söyle, iki sus (dinle)! Gerçi çok konuşan hafiflik eder; ama çok susmak da ağırlık verir; insanı sıkar. Kimseye sertlikle cevap verme; (insanlara) iyilik ve yumuşaklıkla, değer vererek hitab et! Kimsenin kusurunu yüzüne vurma! Kulağını, onun sözüne bile kabul kapısı et (Kusurlu kimsenin söylediklerini de dinle)! Asla kimsenin cahilliğini meydana koyma! Allah’ın yaratmış olduğunu utandırma!.. Aman, kimsenin kusurunu ayıplama ki, öyle bir kınamanın sonucu, ebedî bir keder, tasa olur...]

Mülâhazat-ı Hikemiyye

- Hüsn-i ahlâk fenalık etmemekten ibarettir.

- Ahlâka dair acılıklar edviyedeki meraretler kabilindendir.

- Sükûn u musaberet alâim-i akl ü metanettir.

- Saban toprağı en evvel karıştırdığı zaman cemiyet-i insaniyyenin dahi temelini kazmıştır.

- Akıl, bir ateştir ki alevi fikirdir.

- Hasis başkasına veremediği şeyleri kendi nefsinden de esirger.

- Herzegûların kabahati daima söyleyip de hiçbir vakit düşünmemelerindendir.

[Hikmet ve Felsefeyle İlgili Düşünceler- Ahlâk güzelliği, kötülük etmemekten ibarettir. Ahlâka dair acılıklar, ilaçlardaki acılıklar türündendir. Durgunluk ve sabretme, akıl ve sağlamlık alâmetlerindendir. Saban, toprağı en önce karıştırdığı zaman insan topluluğunun da temelini kazmıştır. Akıl, bir ateştir ki alevi fikirdir. Cimri, başkasına veremediği şeyleri kendi nefsinden de esirger. Saçma sözler söyleyenlerin kabahati, devamlı söyleyip de hiçbir zaman düşünmemelerindendir.]

KAYNAKLAR

Akdeniz, Safiye (2000). “Arap Harfli Yeni Türk Edebiyatı Antolojilerinin (1839-1928) Karşılaştırmalı İncelemesi”, Muğla Üniversitesi SBE Dergisi, Güz, c. 1, Sayı 2, s. 33-52.

Akif Paşa (1262/ 1836). Eş‘ar-ı el-Hacc Akif Efendi, Bulak.

Bursalı Mehmet Tahir (1333/1915). Osmanlı Müellifleri, İstanbul: Matbaa-i Amire.

Çetin, Atillâ (1983). “Maarif Nâzırı Ahmed Zühdü Paşa’nın Osmanlı İmparatorluğundaki Yabancı Okullar Hakkında Raporu”, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Güney-Doğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, Sayı 10-11, s. 189-219.

Ispartalı Hakkı Efendi (1327/1909). “Lisan-ı Osmani Tedrisatı Hakkında Konferans”, Sırat-ı Müstakim, 29 Ramazan, adet 58, s. 91-96.

İbrahim Necati (1312/1895). Gencine-i Belâgat, İstanbul.

İnal, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal (2002). Son Asır Türk Şâirleri, AKM Başkanlığı Yayınları, C. IV, Ankara.

Kaprielyan, Markar A. (1893). Enmuzec-i Edebiyyat-ı Türkiyye, (1. bs. 87 Kudüs?, 1892). 90+1 s.; 2. bs. İstanbul, Matbaa-i K. Bağdadlıyan.

Kaprielyan, Markar A.(1894). Gülşen-i Letaif, İstanbul, Matbaa-i K. Bağdadlıyan.

Kür, İsmet (1991). Türkiye’de Süreli Çocuk Yayınları, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.

Muallim Naci (1300/1883). “Ninni”, Envar-ı Zekâ, c. 1, nr. 17, s. 424.

Muallim Naci (1307/1889-90). Ömer’in Çocukluğu - Sekiz Yaşına Kadar,İstanbul.

Özdem, Ragıp (1999). “Tanzimattan Beri Yazı Dilimiz- Fikrî nesir dilimizin gelişmesi”, Tanzimat 2, s. 859-931, İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları.

Recaizade Mahmut Ekrem (1301/ 1885). Zemzeme, Üçüncü Kısım, İstanbul.

Selim, Ömer (1996). 1860-1928 Yılları Arasında Düzenlenen Türk Edebiyatı Antolojileri, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek lisans tezi, Erzurum.

Yalçın, Hüseyin Cahit (1935). Edebî Hatıralar, İstanbul, Akşam Matbaası.

Kaynaklar

  1. Antolojide yabancı şair, yazar ve eser adları okunuşlarına göre yazılmış; tarafımızdan bunların asıl yazılışlarına göre verilmesi tercih edilmiştir.
  2. Söz konusu senelerde “kıraat kitaplarının muhteviyatı” konusunda gözetilmesi gerekli bulunan esaslar için bk. Kayaoğlu 2001: 254.
  3. “…ol der, hemen oluverir” manasındaki bu ibare, bazı Kur’an ayetlerinde geçer. Mesela şu mealdeki ayette: “O göklerin ve yerin eşsiz-örneksiz yaratıcısıdır. Bir şeyin olmasını dilediğinde ona ‘Ol!’ der, hemen oluverir.” (Kur’an, Bakara Suresi 2/ 117).
  4. Antolojide yer alan eserlerden örnek olarak yeni harflere aktarılan manzumeler aruz ölçüsüyle yazıldığından, mısralardaki uzun seslilerin gösterilmesi gerekli bulunmuştur.
  5. Burada “Avam (halkın kaba ve cahil olanı), hevam (haşereler) gibidir” manasındaki Arapça söze işaret edilmektedir. Maksat, cehaletten sakındırmak ve ilim, irfan edinmeye özendirmektir.
  6. Hadis olduğu rivayet edilen ve “Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir.” manasına gelen Arapça cümleye telmih olunmaktadır.