Giriş
İnsan duygu ve düşünceleriyle var olur. Fakat her insan duygu ve düşüncelerini diğer insanlara anlatamaz. Anlatmayı başaran her insan da bunu edebî bir üslûpla okuyana zevk verecek tarzda sunamaz. Sanatkâr, iç dünyasının zenginliklerini, güzelliklerini haz ya da elem duygularıyla süzerek, şekillendirerek, estetik bir üslûp içerisinde okuyucusuyla buluşturan kişidir. Çağdaş Türk dünyası edebiyatının unutulmayacak isimlerinden biri olan Bahtiyar Vahabzade de iç dünyasının inişlerini, yokuşlarını, dolaylarını eserlerinde ilmek ilmek işlerken, bir nevi yeniden doğuşunu gerçekleştirmiştir.
Bahtiyar Vahabzade’nin iç âlemini, fikir ve his dünyasıyla değerlendirmek için, şairi, değişmez akidesine ters düşmeyen mısra ve satırlarda aramak gerekir, içinde yaşadığı rejim dolayısıyla söylemek zorunda kaldığı şeylerde değil. Vahabzade’nin görünen “ben”i ile görünmeyen “ben”i bunlardadır. Kendisinin dediği gibi;
“Eğer boylanmırsa sözüm özümden
Başga men eyleşip menim yerimde
Bir nadan sözüne susuramsa men
Demek gizlenmişem men öz sebrimde.”1
O, milletinin ve hakikatlerin haykıran sesi olmak kararlılığındadır. Yaşadığı devir itibariyle de milletin ihtiyaç duyduğu bir insan tipidir. O, “bahtiyar asırların”, bahtiyar bir halkın da evladı değildir; adı Bahtiyardır; ama kendisi bahtiyar değildir. Bahtiyar Vahabzade, hür ve bağımsız bir Azerbaycan’da dünyaya gelmemiş; fikrin ve hissin hür olarak söylendiği bir ülkede yetişmemiş olmasına rağmen azatlık ve kulluk arasındaki farkı da çok iyi bilir.
Halkın gücünün büyüklüğünden söz açıp bu gücün nelere kadir olacağına dikkat çeken Bahtiyar Vahabzade “Halk yanmazsa dönüp millet olamaz”2 fikrindedir. Nasıl “güneş alışmazsa gün doğmaz” işte öyle. “Bir halkın sağlığı, geleceği de” onun için “alışıp yanan”lara bağlıdır.3 Bu tutuşup yananlar içinde o milletin şairlerinin de önemli bir yer tutuğunu söylemek gerektir.
Vahabzade, yaşadığı vatanının gerçeklerini, tarihini, bugününü anlayan, yorumlayan bir vatansever olarak geleceğe ışık tutmak, halkının sözcüsü olmak arzusundadır. Buna bağlı olarak da şiirlerinde birbirine eş veya yakın anlamlı olarak kullandığı megsed, amal, egide, inam, meslek kelimeleriyle kendini ifade etmiştir; O bir maksadın peşinde koşan , emelleri, inançları için yaşayan idealist bir insandır, kendini de böyle tanımlar:
“Gayesiz, megsedsiz ömür sürmedim
Verdim ezablara men öz gelbimi
Derede tepede dolay görmedim
Menim içimdeki dolaylar kimi...”4
Vahabzade, ideallerinin peşinde koşar, sanatını da bu gayeye hizmet için bir araç olarak görür. Kendi tanımlamasıyla, akideye uyanık olan –idealist– şair ister.
“Yazmak hatırına yazmak hiç ne yazmak demektir. Çünkü yazmak, yaratmak, yalnız büyük gayeye çatmanın yoludur. Yol ise maksat olamaz, yol vasıtadır. Şiir, sanat yoluna gelince bu yol dışardan çok kolay görünür. Bu âleme başvurup yalnız onun azap ve işkencelerini tattıktan sonra onun çetinliğini derk edersin. O zaman da görürsün ki, ömrün yarısı geçmiş, yarattıklarının ise sanat bahadırlarının yarattıkları karşısında çok sönüktür. Bak, yalnız bu büyük hakikati derk eden sanatkârlar yarı yolda kalmaz zirvelere can atar.”5
Vahabzade için, sanat ve hakikat yan yanadır. O, yazdıklarıyla hakikatleri dile getirmeye çalışır. Dünyayı dünyaya gösteren, temizlik, yücelik, hıyanet bilmeyen sanatın diliyle olacaktır. Dolayısıyla yücelik aşkıyla yaşayanların mesleği düzlükten ayrılmayacaktır.6 Sanatta da bir asker gibi sağlam, dik duruşlu olunmasını isteyen7 Bahtiyar Vahabzade, için “hakikat, yaratıcılığın şah damarıdır.” İşte bu sözü kendine bir prensip olarak kabul eden Bahtiyar Vahabzade eserlerinde, hakikatler silsilesinden olan “totaliter rejime itiraz” etmiş bu yüzden de takip edilmiş, adı “kara listeye” alınmış, birçok mahrumiyetlere maruz kalmış yine de hakikat yolundan sapmamıştır.8
“Şair-od gaynağı, şe’r-gülledir
Barıtsız şe’re şe’r deyilmez.
Şairi olmayan bir halg kütledir
Amalsız bir kütle halg ola bilmez.”9
Yukarıdaki mısralarda ifade ettiği gibi, şairin halkın yol göstericisi olmasını isteyen Bahtiyar Vahabzade, şiirinde soğukkanlılara, adam başlı yılanlara nefretini gizlememiş, açık sözlü olmuştur.
“Civa gibi soğuk görüp inenleri, sıcak görüp kalkanları; namusunu, gayretini bir tek ılık bakış kazanmak için satanları, sonra da bu alış verişin gölgesinde rahat rahat yatanları kamçılamış; Öz adını inkâr edip ünvana kara iftira yazanları; düz metlebi eğrisiyle yorumlayanları; görünüşüyle gülüş, emeliyle zehir eken şeker sözlü binbir yüzlü habisleri; kara niyetine sözlerinin ağ rengiyle bezek vuranları, süsleyenleri; iblisleri; eğilerek yükselen alçakları, yaltakları; rüşveti kendine akide edinenleri şiiriyle kamçılamıştır.10
1. Millet Şairi-Halk Şairi Vahabzade
Bahtiyar Vahabzade şairliğine sebep olarak “halkına vurgunluğu”nu gösterir.11 Yüreğinden aşıp taşan, çaprazlaşan duygularını, beynini kemiren fikirlerini anlatmakta seçtiği şiir yoluyla vatanının ve halkının “ağrı-acılarını” şahsi “ağrı-acıları” gibi kendi kalbinde yaşatır; sonra söz incilerini dizer.12 Ona göre şair, ilk plânda vatandaş, sonra şairdir. Şairin şairliği onun vatandaşlığıyla belirlenmelidir.13
“Veten torpağından yaranmışam men,
Şe’rimdir-Vetenin gül-çiçekleri.
Meslekim-rengini deyiştirmeyen,
Veten torpağıdır ezelden beri.”14
Halk şairi Vahabzade, kendisinin gelip geçici olduğunu bu yüzden, bu topraklardan aldığını, bu topraklara vermesi gerektiğini söyler. Yüreğinin arzusu, hayatının manası olan emellerinin yüreğinin atışları anlamına gelen her şiirin her hecesi “vatan toprağı”dır.15 “Kitap sözleri”nin hem evveli hem de sonu yine “vatan toprağı”dır. Ona şiirlerini yazdıran kuvvet “öz tanrısı gibi daima yüreğinde fikrinde taşıdığı” vatan ve millet sevgisidir.16 Aşağıdaki dörtlükte bu hal şöyle ifade edilmektedir:
“Yolunu ahtaran sel kimiyem men,
Hele bişmemişem, hele çiyem men.
Şair men deyilem, halgımdır, onun
Kamala dolmamış kâtibiyem men.”17
Kendini halkıyla bu derece bütünleştiren şairin, kalem sahipleri için en yüksek ad olan “halk şairi, halk yazıcısı” adını alması da tabiidir. Bu konudaki fikirlerini şöyle anlatır Vahabzade:
“... ‘Halg şairi’ adı ne demektir? Halkın istek ve arzularını, keder ve sevincini, şahsi istek ve arzular, şahsi keder ve sevinç gibi yaşamak! Bu büyük adın bana verildiğini işiden de kendi kendime sorduğum ilk sual böyle oldu: “Bu ada doğrudan lâyık mıyım?
(…)
Ben halk şâiri adını Vatanım ve halkımın bir sözle, anamın bana verdiği ad gibi kabul ederim. Bu adı doğrultmak ise benim vazifemdir. Bu manada boynuma düşen borcun, vazifenin ve mesuliyetin büyüklüğünü derk ederek bundan sonra edeceklerimi düşünüyorum. Demek edeceklerim ettiklerimden, daha değerli ve daha büyük olmalıdır. Çünkü bu vakte kadar eylediklerime göre yalnız şair idim, edeceklerimde ise halgın da imzası var. Bunun ne demek olduğunu ise hürmetli okuyucular bizden iyi bilir.”18
Onun eserlerinin baştan başa doğma-öz vatanıyla, vatanının bugünü ve geçmişinin sevinci ve acılarıyla dolu olduğu19 görüldüğü gibi, şiirinin tadı tuzu da bu topraklarda konuşulan güzel Türkçeden gelmektedir.
“Yarpagları tez töküler şe’rimin
Kökü yohsa bu topragda, bu elde
Dadı duzu varsa eger şe’rimin
Bu dad bu duz bu dildedir, bu dilde.”20
“Ebedî bir od” gibi kendi içinden köz köz olup tutuşan yanan şiirleri onun kendisinden de çok ilerde gider. Çünkü, şiirlerinde “idrakin gözleri”, “akidesinin en temiz, en manalı sözleri” vardır. İşte bu şiirler “Vatan gecelerinin açılan seherlere selâmı” olur.21
Vahabzade’nin kendisi ile ilgili tanımlamalarından biri ve belki de en önemlisi de şudur: O, “öz köküne güvenen, öz yurdunun, toprağının evlâdı”dır. Aynı zamanda “budak budak kollarıyla atasından çok öz çağının evlâdıdır.”22
2. Gaye Adamı, Ülkücü Şâir
İnsan maksatsız yaşıyorsa boş yere yaşıyor demektir. Yürek bir arzu için çırpınmalı, insan o arzunun aşkıyla çarpışmalı. Yoksa, emelsiz dilek şirin bir uykudan başka bir şey değildir. “Maksatsız hayat yelkensiz gemidir” ancak.23
“Yaşamak yanmagdır, yanasan gerek
He’yatın me’nası yalnız ondadır
Şam eğer yanmırsa-yaşamır demek
Onun da hayatı-yanmağındadır.”24
Hayatı “zevk u safa” için sevmek ona göre değildir. Dolayısıyla her nefes alan, her çörek yiyen, çay içen sekiz saat çalışıp sekiz saat yatan yaşıyor sayılmaz. “Yaşamag-neyinse uğrunda çarpışmag neyinse eşgine alışıb yanmagdır.” Güzellik bir şeye sahip olmakta değil, sahip olmak isteyenin uzaklığında, elçatmazlığındadır. İşte o “ulaşılmaza” ulaşmak arzusu hayata mana kazandırır, hayatı güzelleştirir.25 Vahabzade’nin hayatını da sanatını da şekillendiren kaynak budur. O, şiiri ve şairi tanımlamalarında kendini neye adadığını açıkça söylemiştir:
“Şair:fikirlerin çırpınan seli,
Şair:hegigetin mügennisidir.
Şair:-tebietin danışan dili,
Şair:- cemiyyetin üsyan sesidir.
Şair:-zemanenin, esrin vicdanı,
Şair:- tarihlerin şerefi, şanı.
Şair:- bu dünyaya zamanın özü,
Şair:- hegigetin, haggın güzgüsü”26
Gayesiz yaşamak, yaşamak değildir. İnsanın yaradılışında da bir hikmet, bir sır vardır. Bu hikmet, bu sır, insanın ruh dünyasında kendini bulacaktır veya insanın ruh dünyasını şekillendirecek, ona bir istikamet verecektir.
Bahtiyar Vahabzade, insan ne için yaşamalı, hayatın manası nedir, yaşamaktaki maksat, gaye nedir, niçin çalışmalı, sorularını çokça düşünüp kafa yormuştur:
“… Manen büyümeli, yükselmeli, insan arzularının zirvesine yücelmelidir. Bu noktada insan yaşamak amâlini yani gayesini bulur:
“Gayesiz yaşamak ondan gorhulu!...”
Peki gaye nedir? Kendi saadetini başkalarının gözyaşları ve felâketi ile temin etmek de gaye olabilir mi?
Demek ki gaye, “başkalarının saadeti adına vatanın, halkın ve umumen insanlığın adına çalışmaktır.” Bu büyük gaye içinde kişinin kendi menfaati de vardır. O, bunları düşünürken, aklına âlim dostu Hudu Memmedov’un şu güzel mısraları gelir:
“Bu gala bizim gala
Hemişe bizim gala
Gurmadım özüm galam
Gurdum ki izim gala.”
İşte insan da “Özünün değil, izinin kalması için çalışmalı”dır. İnsan duygularının “güzelliği, büyüklüğü ve harikulâdeliği” burada kendini bulur. İnsanın dünyada bıraktığı “iz”, “çığır” onu ebediyyete götürecek tek yoldur.27
Bahtiyar Vahabzade’nin “Açılan Seherlere Salam”da yer alan “Gaye” isimli şiirinden, onun, ülküsünü de gayesini de öğreniyoruz:
“GAYE
İrademin ağasıyam,
Egidemin kölesiyem
Egidemin yolunda da ölesiyem.
Neçin, nece yaşamağı o öyredib,
Heyatımı me’na ile nakışladı.
Meni mene tanıtdırıb,
Meni böyük bir Vetene bağışladı.
Gaye ki var, kimi üçün-heyat yolu,
Kimi üçün-tapmacadır.
Bu dünyanı derk edençün
Heyatdan da o, ucadır.
Başım üste dalğalanan
O bayrağın kölgesinde
Ölüm bele hoşdur mene.
Ömrüm, günüm gurban ola
Ölümü de heyat geder
Mene gözel gösterene.”28
Hayata mana kazandıran, insanı insan yapan Vahabzade’yi kendine köle eden, yolunda ölümü göze aldıran, hayatı da ölümü de güzelleştiren ülküsünün kaynağında “vatan, millet, bayrak” gibi mukaddesler vardır. Onun içindir ki “meslek yolunda dökülen kanlar kan değil tan yerinin şafaklarıdır.”29 Çünkü, Şaire göre, ideali, ülküsü olan insan korkusuzdur, kudretlidir, cüretlidir; eğer yoluna baş koyduğu bir ülküsü yoksa o kişi korkar, yaltaklanır ve varlığını bir ‘sağol’a satar, menfeatleri için her şeyi yapar .
Kendisini “kutsal bir dava”nın insanı sayan kişinin özellikleri bunlarla da kalmaz. O, ülküsü yolunda her zahmete katlanır, hatta, bundan zevk de alır. “Fedakârdır, işgüzârdır”. Böyle yüce bir ülküye baş koymayansa kendi işinden bile acizdir. Bıkkınlık ve tembellik içindedir. Ülküsü olanın ise sevgisi de bellidir, nefreti de. O, yüce hedefe doğru yürürken, kendine ve kutsal değerlerine kim düşmansa onu tanır; nefreti de ona yöneliktir. Şaire göre; “Mesleği olmayanın hisleti de olmaz.” Bir ideali olmayan insan karaktersiz olur.30
“Gan bahası, can bahası yığdığın
Servet olar sene dövlet olammaz
Bir megsedle bir hedefe döymeyen
Min zerbeden bir keramet alammaz. “31
2.1. Bahtiyar Vahabzade’nin Ülküsünün Boyutları
Bir ülküye gönül vermeyen insanı yelkensiz gemiye benzeten Bahtiyar Vahabzade, “dava adamı” olanların ömrünün fırtınalarla geçtiğini söyler.32 Onun bu sözleri dayanaksız değildir tabii ki. Çünkü o, birçok gerçeklerin söylenemediği, açıkça söylenmek bir yana, ima edildiği zaman bile insanların aniden yok edildiği bir ülkede yaşamaktadır. O, insanın en yakın, en sevgili dostuyla dahi açıkça konuşamadığı, ezkaza konuşmuşsa bile ihbar edileceği korkusuyla, uykusuz bir gecede götürülebileceğinin, tutuklanabileceğinin düşüncesiyle tir tir titrediği “memleket boyunda bir hapishanede”; yalanın öğündüğü, hakikatin yüreklerde ağladığı; yüreklerden dile gelince de yolda yetmiş defa takla attığı bir ülkede yaşamaktadır.
Binlerce günahsızın suçlu görülüp vatanından sürüldüğü, bir insanın diğerini alçaltarak kendini yücelttiği ülkede sanatçı olup da milliyetçi, özgürlük ve bağımsızlık aşığı bir şair olup da dilini tutmak ne zordur!? Hakikatleri dile getirip sonra da bunları köşe bucak saklamak,tutuşup yanarak yazılan bu şiirleri o “kan içenin”-Stalin’in- eline geçmemesi için, kendi elleriyle yakmak. Şair, bunun derin ızdırabını yaşar. Vahabzade’nin yanan şiirlerine baktıkça içinden geçirdikleri şöyle:
“Yanır hagsızlığa garşı yükselen
Egidem, meslekim, heyirim-şerim;
Yanır rezaletle döş-döşe gelen
Gorhmaz setirlerim, kişi sözlerim.”
Yanan onun, şikâyetleri, memnuniyetsizlikleri, zamaneye isyanları, hoş niyetleri, arzularıdır. Yanan, bu dünyadaki ayak izleri, arzuların çığlıkları, hakiki doğru sözleri ve yanan yüreğinin hıçkırıklarıdır. Kalbinden süzülüp akan şiirleri, yanan duyguları ve düşünceleridir. Vahabzade, o anda, bunu yaptığı için kendini kendine düşman kesilmiştir. Kendini, kendi gerçeğini, hakikatini yakan bir “katil” olarak görür:”33
“Yanır hedefini düzgün belleyen
Açıg mehebbetim, açıg nifretim.
Yanır ohucuya hegiget deyen
Riyasız, boyasız sözüm söhbetim.
Dünyadan dünyaya gileyim yanır,
Yanan şe’rlere üreyim yanır.”34
Onun akidesi, ideali her zaman büyük harfle yazdığı “Vatan” ve “tanrı, hag” olarak tarif ettiği “azatlık”tır, yani, özgürlük ve bağımsızlıktır.35
“Vatan sevgisi insana meslek, âmâl getirir. Meslek ise yüreğe cesaret, kollara kuvvet, gözlere ışık verir.”36 Onun içindir ki mesleği isteyen öz canından geçmeli, öz canını isteyen de vicdanından geçmeli olur.37
Vahabzade gibiler, bir gün öz elleriyle bal içerler, öbür gün zehir. Onlar hayat yollarından ayaklarıyla değil, ülküleriyle geçerler.38 “Maksat” şirindir ama, menzil uzaktır, yol dolaşık, ömürse kısadır.39 Tabiatta her şey değişir, insanın dış görünüşü de yıldan yıla değişir, âlem elbisesini, kara toprak rengini değişir. Fakat “ülkü-ideal” değişmez.40 O, bir şiirinde kendini şöyle anlatır:
“Men insanam,
Mın arzum var, min kamım var,
Ancak birce inanım var.
Bu dünyaya getirse de anam meni,
Yaradıbdır inam meni!
Men inamın övladıyam,
Onunküdür ömrüm-günüm.
O kompasdır
Egrebin ucundadır
yolum, yönüm!”41
Çatallı olmayan bu tek yönlü inanç yolunda açılmayan kapıları açası olan Bahtiyar Vahabzade yaşadığı siyasi atmosfer içinde zaman zaman korkuyu zaman zaman cesareti tadar; takip de edilir; sorguya da çekilir. Yazıları yayınlanmaz olur, yayınlananlar ağır eleştirilere uğrar, kitabı toplatılır. 42 Öz yolu, öz emeli, düz emeli yolunda cesaretlendiğinde rahatlık gider; korku hükmetmeye başladığında “küçülme” hissiyle43 derde kalır.
Bir idealist olarak, bir dava adamı olarak Bahtiyar Vahabzade, dünya ne kadar dönse, fırlansa da, karşısına şer de hayır da çıksa; hatta feleğin çarkı tersine dönmeye de başlasa, yolundan dönmez, davasından vazgeçmez:
“Min-min iller bu dünya belece fırlansa da
Bir yuvanın bülbülü min budağa gonsa da
Aylar, iller, fesiller birbirini dansa da
Deyişmezdir egidem çoh da dünya fırlanır.”44
2.2. “Ülküm, Muhabbetim; Cevherim”
Milletinin oğlu Bahtiyar Vahabzade, kuvvetini ana topraktan vatan toprağından alır; yürekle yaşadığı gibi yürekle de öleceği inancındadır.45 Onun gücünün de saadetinin de kaynağı vatanı ve milletine duyduğu sevgidir. Yine de zaman zaman bu vatana, bu halka lâyık olamama endişesi taşır.46
“Dünyada her bir kahramanlığın, fedakârlığın, her hünerin ve zaferin anası meslektir, akidedir.” Meslek ve akide ise ilk önce Vatana bağlıdır. Samed Vurgun’un dediği gibi: “Vatansiz, yurdsuz insanlar yaşar âlemde mesleksiz.”47
“... Sanatkâr, sanatkârlığından evvel vatandaştır. ‘Dahileri de dahilik seviyesine yükselten bu histir.’ İnsan duygularının en yücesi, en mukaddesi vatan sevgisidir. İnsan vatanını sevmekle cemiyet karşısındaki borcunu bulur ve öder çeşitli yollarla. Vatanını sever, ne için yaşadığını, neyin namına çalıştığını bilir. İşte Bahtiyar Vahabzade, ne için yaşadığının, neyin namına çalıştığının şuurunda olan bir vatan mecnunudur. O, ecdadının türbesi, kökümüz topraktan ayrılmamak gerektiğini söyler.” 48
“Özü ışık, sözü ışık, adı od Azerbaycan’ın mukaddes toprağından boy attık, onun için bu dünyada ‘meslekimiz, âmâlımız’ da odur.”49 Bu ülkü, Bahtiyar Vahabzade’de üç değişik boyutta ele alınır. Biri Gülistan Mukavelesiyle (1813) Rusya ve İran arasında paylaşılıp ikiye bölünen Kuzey ve Güney Azerbaycan’ın birleşmesidir. İki Azerbaycan’ın birleşmesi, bir bütün olarak düşünülmesi Vahabzade’nin şiirlerinde sıkça karşımıza çıkar:
“Könlümüzde bir vahiddir, güneyimiz güzeyimiz,
Veten bizim namusumuz, biz Vetenik, Veten de Biz”50
Bir milletin kendi fikri alınmadan vatanı ve insanları iki yere parçalanmış, birbirlerine hasret bırakılmış, ağızları yumrukla tıkanmıştır. “Azerbaycan’ın serhattındaki direkler toprağın üstünden geçmez, ikiye bölünmüş halkın sinesinden geçer.”51 Kardeşi kardeşten ayıran bu hal, halkının yüreğinden geçenleri mısralaştıran Bahtiyar Vahabzade’de derin bir teessür uyandırır:
“Men güzeyli oldum, arzum güneyli,
Ona çatammadım, çalıştım heyli.”52
Bu teessür, 1958 yılında –o zamanlar– hiçbir yerde yayınlattıramadığı “Gülistan Poeması”nı ona yazdırır. Ve ardından şair için ağır ve ağrılı günler başlar...53
Müslüman için Mekke’nin Medine’nin kutsiyeti, kıymeti ne ise onun için de Bakü ve Tebriz aynı şekildedir:
“Hem Tebriz, hem Bakı’dır
Mekkem, Medinem menim.”54
Demek ki Vahabzade’nin ülküsünde öncelikle bölünmüş, parçalanmış Azerbaycan’ın birleşmesi vardır. Daha sonra da geniş çaplı bir hedefi düşlemeye başlar. Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Han’ın ağzından ifade edilen güneşin bayrak, gök kubbesinin çadır, bozkurt sesinin de savaş narası olması fikrinden yola çıkan Bahtiyar Vahabzade, ülküsünün sesinin ne kadar gür olduğunu açıklar. Ona uzaktan bakan bu arzu –şimdilik–, geçmişteki kudretimiz düşünülürse bugün niye gerçek olmasın?!
“Egidemin gür sesini,
Ganadlanmag hevesini
Üreyimin neğmesini
Çok ötmüşem, ötesiyem.
Men bilirem güdretimi;
Özümü de ötesiyem
‘Güneş bayrag, göyler çadır’
Arzu mene genden bahır
Nece olsa, evvel-ahır
Men ona da yetesiyem
Men bilirem güdretimi:
Öz-özümü ötesiyem.”55
Bahtiyar Vahabzade’ye göre, insanların fıtratını, cevherini bilmek için ölçü, mihenk taşı onun ülküsünün bulunup bulunmamasıdır. İnsanın yol yoldaşı bunlar olmalıdır. Çünkü insanın değeri bunlarla anlaşılır.Ülkü, insanın cevheridir, davası olan insansa merttir, öz yolundan dönmez. Bunlardan mahrum olan insan “Söğüt ağacı misali bir o tarafa bir bu tarafa eğilir, amma bir hedefe vuramaz.”56 Demek ki, bir ülküsü olan çizdiği yolda hedefi er geç vuracaktır. Milletlere de işte bu milli ideal lâzımdır. Bu milli idealden, millî şuurdan mahrum olan milletler kendi kudretlerine, güçlerine güvenemedikleri için rüzgâra göre bir o yana, bir bu yana eğilecektir. Bu eğilip bükülmeyi tasvip etmeyen Bahtiyar Vahabzade:
“Su içir şe’rim menim egide çeşmesinden,
İlham alır, güç alır bir amalın sesinden...
Şerefimdir bu meslek,
Şöhretimdir bu iman,
Ona şe’rim de gurban,
Ona özüm de gurban!
Menim sevincim bele üreyimde gizlenen
derde, geme borçludur...
Şe’rim,
Şairliyim de
Meslekime borçludur
Egideme borçludur.”57
Şeklinde kendisi ve ülküsü arasındaki o kopmaz ilişkiyi ortaya koyar. Çünkü ona göre inanç, iman, aşk, ülkü her vakit en ağır silahlara galip gelebilir. Bütün zaferlerin adı da inamdır, imandır. Onun içindir ki, “hakkın askerleri kendini yenilmez sayar.” Mehmet Akif Ersoy da İstiklâl Marşı’nda “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl”; “Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var” derken aynı fikir ve hislerle gürlememiş miydi?
Bahtiyar Vahabzade de kendi milletinin içine düştüğü çıkmazları; memleketi Azerbaycan’ın önce ikiye bölünmesini, sonra içlerine Ermenilerin bilinçli olarak yerleştirildiği “Karabağ” çıbanını çok düşünmüştür. Bu konulardaki tepkilerini şiir ve nesirleriyle dile getirerek milletin duygularına tercüman olmuştur. Vatanının mecnunu şair, önce “Gülistan”, sonra “Topraktan Pay Olmaz” ve daha birçok şiiri ile vatan toprağının, milletinin olduğunu Ermenilere bağışlanamayacağını, ecdadının şeref ve şanının bu topraklarda yattığını söyleyerek “kulluğa, ahmak yerine konulmağa” baş kaldırmıştır.
“Başımız üstünde hemişe yumrug,
Halal adımızı demeye gorhdug.
Damğa da vurdular hele bu ada,
Dandıg gorhumuzdan öz babamızı
Kifayet değilmiş bu da cellada.”58
Milleti adına büyük düşünen, büyük idealleri olan bu milli şairi, Azerbaycan topraklarının Ruslar tarafından Ermenilere peşkeş çekilmesinin vereceği azabı tasavvur etmek zordur. Yine de onun bu yürek ağrılarını 20 Ocak hadiseleri üzerine yazdığı “Şehitler” poemasında, “Şenbe Gecesine Geden Yol” eserinde bulabiliriz. Bu iki eserden o kanlı gecede katil güllesine kurban gidenleri ve o geceyi hazırlayan sebepleri öğrenebiliriz.
Bu tahammülü zor olan faciayla “kocaman bir milletin beli yaman bükülmüş, hakarete uğramış ve aşağılanmış”tır. Bu milletin, bu yurdun oğlu Bahtiyar Vahabzade “keşke o dehşetli geceden haberi olsaydı da onların önüne kendini siper etseydi; o kızıl kurşunlara göğsünü gerseydi” ister.59 Aynı zamanda hem hakim, hem katil olan Rus hükümetine de lanetler yağdırır.60
2.3. Millî Kin, Millî Nefret
Milletin yol göstericisi millî ideal aynı zamanda bir muhabbet kaynağıdır. Çünkü bu millî hedefin yönlendirip şekillendirdiği arzular vardır. Bu arzular milleti yüce hedefe ulaştıracaktır. Fakat insanı bu yoldan alıkoymak isteyenler de daima olacaktır. İşte bu akılda, bu çabada olanlarla, onların çeşitli kumpaslarıyla iç içe olan Azerbaycan’ın “halk şairi” Bahtiyar Vahabzade, muhabbetine, aşkına ulaşmasını engelleyenlere, engelleyeceklere karşı derin bir nefretle doludur.Bu, insanı yücelten, büyüten bir nefrettir:
“Nifretim ucaldır, böyüdür meni,
Özüm de heyranam öz güdretime
Nifretim dağıdıb seddi, bereni,
Meni çatdıracag mehebbetime.”61
derken hissettiği bu nefretin gücüyle kendine güven duygusuyla hayalini kurduğu o sevgiliye –ülküsüne– kavuşabileceğini anlatmaktadır.
“İntikam hissi ve kin millî şuurun belirtisidir”.62 Bütün ömrü boyu ciğeriyle değil inançlarıyla yaşamış olan Bahtiyar Vahabzade’nin kini, tankı topu olup fakat adaleti, doğru sözü olmayan, güçle zorla insanları kendine köle etmeye çalışan Rus’adır.
“Deme ki, deryayam, derindir tekim
Vallah guruyarsan sen damla-damla.
İnamdır egidem, gücüm, meslekim,
Gelebe menimdir bu inamımla!”63
Milletin başına pusu kuran, önce onu dininden, tarihinden uzaklaştırıp, dilinden de etmeye çalışan, nihayetinde vatanını da Ermeni’ye satmak isteyen Rus’adır onun kini nefreti. O, “Nifretim” isimli şiirinde de, denizin gazaplı, hırslı sularını görünce, aklına kendi nefreti gelir. Kendisiyle “özüne sığmayan Hazar”ı hemhal görür. O da, nefretinden dolayı Hazar gibi aşıp taşmaktadır:
“Değişir gezebim, fitretimi de
Nifretim doğulub mehebbetimden
Geribe gelmesin,
nifretimi de
Mehebbetim geder isteyirem men.
Arzular namine yaşayırıg biz,
Nifretim-meslekim, egidem menim
Sevgisiz
nifretsiz
dalğasız
sessiz
Neyime gerekdir bu âlem menim?”64
“Milli ağrı-acılar” “Türk dilini konuşan insanların başlarına getirilen oyunlar” Vahabzade’yi çok rahatsız eder. “Vatanın, milletin, milli varlığın, şeref, namus ve gayretlerinin tehlikede olması konularını kendine dert edinen şair, “hakikatin ayaklar altına alınabileceğini fakat ezilemeyeceğini, halkların birleşen fikir ve niyetlerinin susturulabileceğini ama yok edilemeyeceğini”65 söyler. Çünkü “... bu halkı kırmak olur, ezmek olur ama mahvetmek, yok etmek olmaz.66
3. Duygu Dünyası
Bahtiyar Vahabzade’ye göre “Yazıcı yarattıklarında özünü yaratır. Yazıcının anne-babasından aldığı ad ve unvan , sanatkâr istidadıyla kudretiyle yeni mazmun kazanarak sembolleşir.”67
Sanatçının fikirleri, duyguları yüreğinde kaynar, taşar, söz olur mısralarda yaşamaya başlar.
“Gece de gündüz de elimde gelem,
Şairçün boş ürek, tonlardan ağır.
Menim şe’rlerim,
ele bilirem,
Özümden Özüme mektublarımdır.”68
Ona şiir yazdıran kuvvet yüreğinden gelir, yürek ondan yüz çevirdiğinde ise şair olduğunu da unutur.69 Gönlünü sarsan, burkan, onda derin duygular uyandıran şeyleri yazmazsa yaşayamaz. Yazdıkça dinçleşir.70 Onun şiirlerini okuyanlar bu şiirlerdeki lezzeti duyarlar, ama o şiirler yazılırken şairin çektiği çileyi bilmezler. Şair şiire çevirdiği yürek sözleriyle okuyucusuna mektup yazmıştır bir anlamda.
“Oturub evinde yalnız hezz üçün
Şe’rimi ohuyan ohucum
Düşün!
Senin üreyine istilik veren
Bu duygu bu alov hardandır gören?
Düşün, sen düşün!
Etrimi iyledin, rengimi gördün
“Gözeldir” dedin
Ancag bilmedin
O reng, o etir
Böyük bir yanğıdan birce getredir.”71
nsan olgunluk döneminde karada akı, akta karayı kötüde güzeli, güzelde kötüyü görmeye başlar. Buna göre de Bahtiyar Vahabzade yaratıcılığı boyu insanın içinde baş kaldıran ikiliği, dahilî çekişmeleri ve zıtlıkları göstermeye çalışır. Özellikle poema ve dramlarında. Kahramanının başkalarıyla çatışmasını değil, onun öz içinde baş kaldıran duygu ve fikirlerinin çatışmasını göstermeyi tercih eder. Çünkü, ona göre, Otello da, Yago da insanın kendi içindedir.72
O, insanın kendi kendisiyle iç konuşmasını, kendini idrak etme yollarındaki ıstıraplarını aksettirmeyi çok sever.73 Poema ve piyeslerinde muhtelif hallere düşen insanın ruhî ıstıraplarını ve bu ıstırap yollarında kendini sorgulayıp kusurlarını görmesini anlatmaya çalışır.74 Ve iç dünyasını gözlemler, içindeki arzularla yüzleşir, şiirleri vasıtasıyla kendisiyle yavaş yavaş fısıltı halinde konuşur.
“Gördüm iç dünyamı, gördüm gözümle
İç dünyam, arzumla görüş yerimdir.
Menim şe’rlerim
özüm-özümle
Asta pıçıltımdır, söhbetlerimdir.”75
3.1. Sevda, Muhabbet Lirikası
Kendisini masa arkasında toprağın, yerin sıcak nefesi, zarif kokusu olarak gören Bahtiyar Vahabzade, havanın değil hadiselerin, gönül dünyasının barometresidir.76 Göklerin ahından nasıl duman ve sis doğarsa, şiir de hayal ve fikirden doğar. Sevmeyen insan şiir yazamaz. Her şeyi kalp süzgecinden geçiren Vahabzade, yana yana yazdığı şiirleriyle başka başka gönüllere yol bulur.77
O, şiirleriyle kızgınlığını, öfkesini, nefretini, aşkını dile getirerek gönlünde yetişmiş tohumları beyinlere serperek yeşertmek ister.78 Muhabbeti dolu dolu yaşayan; her türlü sonucunu cevr ü cefasını, hasretini de vuslatını da tadan Bahtiyar Vahabzade, bu yaşanmışlıkların her anını şiirleştirmiştir dense mübalağa olmaz. O bu tür şiirlerini iki talihin bir yolda birleşen ömür nağmesi olarak niteler:
“Gâh asta yeridik,
Gâh yeyin yeyin.
Könlümde inledi könlümün sesi
Menim şe’rlerim-iki taleyin
Bir yolda birleşen ömür neğmesi.
... ...
Algış birlikteki bu şe’riyyete!
Töyüşdük ne geder yohuşlarda biz.
Köçür şe’rim ile ebediyyete
Bizim hesretimiz, görüşlerimiz.”79
Sevgi-aşk konulu şiirlerinin hedefi ve gerçekliği konusunda Bahtiyar Vahabzade şunları söyler:
“Gençlik devrimden bugüne kadar yazdığım sevgi şiirlerimin hedefi aynıdır. Şiirlerdeki konkret vaziyetlerin ve hallerin tesirinden aydın olur ki, bunların her biri bir sarsıntının bir itirazın, bir telâtumun yahut bir isyanın ifadesidir. Onlarda hiçbir uydurma yoktur. Bu şiirlerin hepsi duygularımdan süzülmüştür.”80
Duygularından süzülüp kalemin ucuna gelen mısralar aynı zamanda sevgilinin de hisleridir. Ömür kitabının ilk ve son sözü olan sevgili onun ilhamının özüdür, şiirinin rengi ve ahengidir.81
“Gelemim danışır menim yerime
Yandırıb yahdıgca meni hesretim
Hesretden boylanır şe’rlerime
Menim mehebbetim, eşgim, fitretim.”82
Onun hesreti ve fitreti bir arada yan yana durur. O, bu sevgi şiirlerini yaşadığı hasrete borçludur. Bin renkli, bin yüzlü hasret acısının, dertli günlerinin karşılığında, sonucunda onun şiirleri meydana gelmiştir.
Sevgisinin veya nefretinin ona yazdırdıkları, bir gönlün ateşini başka gönüllere taşır. Bu şiirleri için Vahabzade, “samimilik”, “kendi oluş”, “yüreğin haltercemesi” ifadelerini kullanır:
“Son 30 yıl arzında benim silsile teşkil eden muhabbet lirikam, hem de hayat ve zaman hakkında felsefi düşüncelerim, dahili ıstıraplarımdır. Ben bu şiirlerde daha çok özümüm. Çünkü burada daha çok samimiyim. Samimiyet ise edebiyatın ve sanatın çarpan yüreği, şah damarıdır. Bu şiirler benim kalbimin tercümeyi halidir.”83
Muhabbetten mahrum olan adam ülküden de, idealden de mahrumdur. Böyle adamlar yalnız kendileri için yaşayan cılız tabiatlı, yoksul maneviyatlı sürünen adamcağızdırlar. Başkası için yaşamak, onun kederi ile kederlenmek, sevinci ile sevinmek, onun derdiyle dertlenmek nihayet, lâzım gelirse, onun saadeti yolunda şahsi saadetinden vazgeçmek ne kadar güzeldir. Büyük Fransız yazar Balzac’ın dediği gibi: “Sevgi insanlığın bütün güzel keyfiyetlerinin toplamıdır.” Büyük Rus düşünürü Çermişevski de “Sevgi insanın bütün dahili kuvvetlerini seferber eder. Kim bu imtihandan geçmemişse sevginin manasını anlayamaz.” der.
Sevgi hissinden mahrum adamları, “yahşı adam” kabul etmeyen Bahtiyar Vahabzade için en büyük sevgi ise vatana duyulan sevgidir. Bu kutsal duygudan mahrum olanlar ne öz ailesini sevebilir, ne de başkalarını. Başkalarını sevmekse yeri gelince başkaları için yaşamak, şahsi saadeti düşünmemek anlamına gelir. Böylelikle insanın en âli, en yüksek keyfiyeti olan muhabbet, insanın en güzel sıfatlarını yüze çıkartır, insanı temizler, yükseltir, yüceltir. Demek ki “muhabbet insanın karakterini de değiştirebilmek kudretine maliktir.”84 Sevginin tılsımlı cazibesine kapılan şair, “Sevgi nedir, nefret nedir?” sorularını kendine sorar; kalbin telâtumu, hislerin tufanı, aklın isyanı olmadan, sevmeden, sevgi hakkında yazılamayacağına inanır.85 Bir şiirinde de sevgiden doğan mutluluğunu şöyle dile getirir:
“Saatleri günleri, arzu deyirmanında
Sen öyütmek istedin
Vahtı ötmek istedin
Hoşbehtem ki üreyin
Çılgın duygularıyla
Yaşadıram seni men.
Başgasını yaşatmag
Daha güzel olurmuş yaşamağın özünden.”86
Sevgi, güzellik aşkından doğar. “Güzellik aşkıyla, hayat aşkıyla dünya da güzelleşir.”87 Bu güzel ve güzellik vatan da, sevgili de, anne de, evlât da olabilir. “Sevgi ve güzellik duygusunu hayır ve kazançla ölçmek büyük bir manevi yoksulluktur.”88 Sevgi, öz benliğini öz kudretini hiçe saymak, çıkar ummamak olmaklıdır.89 Sevmeyi başaran insansa dünyanın en güzel insanıdır:
“Öz böyük eşgimle fezadayam men
Meni endirmeyin yere, amandır.
Dünya çoh kiçikdir mehebbetimden.
Her arzum bir cahan, bir asımandır.
Verir arzularım göyde ses sese,
Demeyin yerde üç, yer bes deyil mi?
Yanan bir üreye, seven bir kese
Asıman özü de gefes deyil mi?
Seve biliremse eger ürekden
Dünyanın en gözel adamıyam men!”90
İnsana yaşamak için can veren, hayatı sevdiren; ışığı da gölgeyi de sevdiren, sevme duygusudur.. Mehebbettir, yaşatan bu dünyada insanı! Sevgisiz yaşanmaz, dünyanın her halini, her rengini de sevmek gerekir.
Sevmek yaşamaktır. Muhabbet sevenin “şerefidir, şanıdır,” “sonsuz asümanıdır.”
“Men sevirem mehebbet şerefimdir, şanımdır.
Men bir guşam, mehebbet sonsuz asımanımdır!
Men sevirem, sevgisiz açılmaz gül-çiçekler.
Men sevirem, sevgisiz döyünermi yürekler?
Men sevirem, nurlanır üreyim sevgilerden,
Men sevirem, sevirem yaşayıram demek men.
Men sevirem, sevgisiz guş da bala uçurmaz.
Men sevirem, sevgisiz ne gış olar ne de yaz!
Men sevirem, çölü de men sevirem dağı da,
Gülmek geder sevirem dolup ağlamağı da.”91
Güllerin çiçeklerin açması, kuşların yavrulaması, mevsimlerin oluşmasında da sevginin bulunmasına yukarıdaki mısralarda dikkat çeken Bahtiyar Vahabzade âlemin yaratılışındaki sebebi yani aşkı belirtmektedir. Tasavvufi anlayışa göre de alemlerin yaradılış sebebi aşktır. Bahtiyar Vahabzade de bunu şiirlerinin bir kaç yerinde belirtir. İnsanların bu dünyaya sevgiden geldiklerini,92 bu yüzden insanoğlunun ezelden aşka yar olduğunu söyler. Aşağıdaki mısralarda olduğu gibi:
“Duruşum da mehebbet yerişim de mehebbet,
Gülüşüm de mehebbet her işim de mehebbet
Hilgetin de anası ezelden sevgi olmuş
İnsan goca dünyanı sevmek için doğulmuş!”93
İnsanı yaratan aşktan yaratmıştır onu.94 Aşk kelimesinin sarmaşık manasından yola çıkarak aşıkların sarmaşık gibi sarıldıklarını söyleyen Bahtiyar Vahabzade95 sevenlerin bir ve bütün olduklarını da sık sık dile getirir:
“Sen menim ruhumun aşkardaki öz tımsalısan
Sen hümayundaki sesler selinin son halısan
Menim iç dünyamı çöl dünyamı görmek dileyen
Sene bahsın, seni görsün o da sensen bu da sen.”96
Sevmekten vazgeçmek mümkün değildir. Çünkü sevmek, aşk, insanların yaratılış esasında mahiyetinde vardır. Dolayısıyla onu inkâr özünü inkârdır.97 Onları böyle yaratan Allah’tır. Bu sevgiyle iki kişi bir olmuştur.98 Sevmek insan tabiatında, karakterinde olduğundan ondan ayrı kalmak mümkün değildir. Nasıl od yürekten, sıcaklık ateşten ayrılmaz, işte öyle:99
“Bu sevgi- öz meğzim, öz fitretimdir,
Bu sevgi- özüme sedagetimdir
Bu sevgi- kelmeyi şehadetimdir
Bu sevgi- zövgümden öteri degil.”100
Bahtiyar Vahabzade, kendi sevgisi için şunları söylüyor: “Benim sevgim sevmek ihtiyacından meydana geldiğine göre bu ihtiyacın, ömrümün sonuna kadar beni yandırıp yaşatacağına inanıyorum. Çünkü bu sevgi fıtrattan gelir. Eğer hedefin özü de sevgiye lâyık olursa, sevgi aradaki maniye kadar tutar kazanır.”101
4. Fikir Adamı, Âlim Bahtiyar
Bahtiyar Vahabzade’nin şiirlerini de nesirlerini de okurken dikkati çeken nokta, kullandığı sözlerin derin bir düşünce süzgecinden geçirildiğidir. Ondaki can alıcı, insanı düşünmeye sevk eden ifadeler Vahabzade’nin âlim yönünü, bilge kişiliğini belirler. Bu yüzden Süleyman Rüstem “Dostluk Şarjı”nda onun için şöyle der:
“El içinde neçe neçe adın var
Şair Behtiyaram, âlim
Behtiyar Gatlayıp dizinin altına goyar
Âlim Behtiyarı şair Behtiyar.”102
Yukarıdaki dörtlükte Vahabzade’nin iki cephesi belirtilir: Şairlik ve âlimlik. Tabii ki bunlara ek olarak tiyatro, senaryo, hikâye, makale yazarlığı da sayılabilir. Onun şairliğinde de yazarlığında da ortak olan, kendini hemen gösteren yönü “âlimliği”dir.
Düşünen, hem de derin düşünen Bahtiyar Vahabzade, zaman zaman dünyanın sırları karşısında kendini aciz hisseder.103 Cevaplarını alamasa da dünyaya soruları tükenmez.104 Düşünür, hakikati arar, ama hakikatin adı var kendi yoktur:
“Gördüm vahtın fitnesini fe’lini
Ey Behtiyar, sahla görek dilini
Sındırıblar hegigetin belini
İndi dönüp ağızlarda söz olub.”105
Ezelden hakikat âşığı olan Bahtiyar Vahabzade, kendisini fikir acı, fikir muhtacı olarak tanımlar:
“Men fikir acıyam, men fikir acı
Fikir möhtacıyam, fikir möhtacı
Ele bir fikir ki, o mene rehber
Men ona adice bir esker olum.
Onun eşgi ile doğsun seherler.
Men onun yolunda seferber olum.
Yerimden oynatsın meni top kimi,
Canımdan çıkartsın etaletimi.”106
Derken, dinamik, yol gösterici, çalışmaya sevk edici bir fikir ister. Bu fikir öz yolu, öz adı ve onun en sağlam kanadı; onu vuran bir yıldırım olacaktır. Candan bile aziz olan fikir, ona yön, yelken, unvan verecektir. Karanlık içinde yol gösterecek, her şeyin içini, kaynağını görmesini sağlayacaktır.
Fikir, “arzuyu, havayı, kamı her şeyi” besleyecek; kulaklarından hiç gitmeyecek dövüş nağmesi gibi, bir iksir gibi değerlidir. Vahabzade’nin anlattığı fikir, yoluna güvenilecek, onu idealinin sonsuzluğuna eriştirecek ve tapınılacak bir şeydir. Onun hayal ve imanla dolu fikirleri, yarının seherinin tan şafakları, sabahın köprüsü, yolu olarak da nitelendirilir.107
Kendi bir “lâmba-çırağ”, şirin düşünceleri de bu lâmbanın “ışığı”dır. Ruhuna, kalbine, kanat verir, hayatın süsünü de özünü de gösterir.108 Yalnız, onun fikirlerinin kaynağı –duygularında olduğu gibi– yüreğinde kaynar taşar, sonra da sözlerinde yaşar.109 Yalnız kaldığı zaman da fikirlerinin her biri bir adam olup yalnızlığını giderir.110
“Men Kompasam” şiirinde kendisini yön gösteren alete, pusulaya benzetir. Bu pusula, bir vahid, bir fikirdir; her zaman doğru yönü göstermektedir:
“Men fikre çevrilmişem
Yoh, men yoham.
Men fikrem
Bu fikrimde, bu ezmimde
Men vahidem
Birem. birem!” 111
O da birçok düşünen insan gibi düşünmenin verdiği ıstırabı yaşar. “Ya aklım olmasaydı ya dehre gelmeseydim” diyen Ziya Paşa gibi, Vahabzade de der ki:
“Ağıl hisleri boğandan beri
Könül de çoh şeye uymur derd budur.
Ağlın bildikleri, derk ettikleri
Meni yaşamağa goymur, derd budur.”112
Düşünen, düşündükçe dertlenen Vahabzade “Aslanı kediye esir eyleyen; kediyi aslana döndüren”113 şeyin ne olduğu üzerinde de çok düşünür. Zaten onun başlıca derdi de budur. Hep bu derdi çerçevesinde düşünür ve milletine, bir bilge kişi –müdrik bir ağsaggal– gibi tarihini, milletin başına gelenleri dolaylı veya dolaysız yolla anlatır.
Sonuç
İnsanın dünyada bıraktığı iz, çığır onu sonsuzluğa götürecek tek yoldur. Kişi eseriyle yaşar. Sonsuzluk âlemine uğurladığımız Bahtiyar Vahabzade’yi ebedîleştiren fikir ve duyguları, yaşama gayesi, şahsiyetinin temellerini de yapan ana düşüncenin, ölümsüzlük duygusunun dava adamlığıyla, ülkücülüğüyle paralel olarak onun şiirlerine yansıdığını görürüz. İnançlarıyla, fikirleriyle bugün de aramızda diri olduğunu, yaşadığını, ölümsüzlüğe ulaştığını 1991’de yazdığı “Sine Taşı” adlı şiirinde de görmek mümkündür.
“Siz koymayın mezarıma sine taşı
Ben diriyim mezarda da,
Çünkü ölmez inamım var.
O dünyadan bu dünyaya dönmeğime
Benim deli gümanım var.
Yok! Koymayın kabrim üstte sine taşı…”114