Atatürk’ün sofrası, çoğu zaman bir yemek davetinin dışında devlet adamlarının, bilim insanlarının, dilcilerin, tarihçilerin ve sanatçıların bir araya geldikleri, ülke ve dünya sorunlarını, çağdaş gelişmeleri, felsefî ve bilimsel konuları konuşup tartıştıkları akademik bir ortam, adeta bir Fikir Meclisi (Yöntem 1962: 53) idi. Atatürk böyle bir ortamda, sofrasındaki davetlilerle pek çok konuyu enine boyuna tartışıyor, katılımcıları dikkatle dinledikten sonra, kendi görüşlerini de katarak konuşulanlardan bir senteze gidiyordu. İsmet İnönü’nün dikkati çektiği gibi, “hiç beklenmedik bir zamanda bilim, siyaset yahut herhangi bir konu üzerinde yetki ve güvenle fikir alış verişi Atatürk’e özgü bir kudret ve yetenekti” (İnönü 1946: 1). Onun sofrasında bulunan dönemin tanınmış gazetecisi İsmail Müştak Mayakon1 genellikle bu tartışmaları, önünde kağıt, kalem dikkatle izliyor ve çoğu kez Atatürk’ün izniyle notlar alıyordu (Kocatürk 2005: 217-218).
İsmail Müştak Mayakon, Atatürk’ün son yıllarında sofrada tuttuğu notlardan bir bölümünü –büyük olasılıkla Atatürk’ün direktifleriyle– Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu yayın organlarında yayınlanmak üzere hazırladı. Ardından, daktilo edilmiş bu metinleri üyesi bulunduğu Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu yöneticilerine teslim etti. Bu yazıların bir bölümü bazı konuşmalara tanık olan dönemin Türk Tarih Kurumu As Başkanı Prof. Dr. Afet İnan tarafından söz konusu kurumun yayın organı Belleten’de yayımlandı.
Bu yazımız ekinde, dil ve üslûp özelliklerine dokunmaksızın sunduğumuz “Bir Gecenin Hatırası” başlığını taşıyan notlar ise 2/3 Ekim 1937 Pazar gecesi tutuldu. Cumhurbaşkanı Atatürk, o gece Park Oteli’nde bir subayın evlilik törenine katılmış, ardından otelin üst kat salonunda kimi aydınlarla musiki üzerine bir sohbete girişmişti.
Geceye katılanlar arasında; dönemin kadın havacılarından Naciye Toros2 ve Yıldız Uçman3 , General Naci Eldeniz’in4 kızı Perihan Eldeniz5 , ünlü dilcilerimizden Prof. Dr. Saim Ali Dilemre6 ile ezanın Türkçeleştirilmesinde büyük katkıları olan ve ilk Türkçe ezanı okuyan hâfız ve bestekâr Saadettin Kaynak7 da bulunuyordu.
Atatürk, o gece sofrasındaki aydınlara musikinin tanımını sormuş, yapılan tanımların ardından kendi görüş ve eleştirilerini aktarmıştı.
Atatürk’ün sanata ve musikiye bakışını, insan zekâsına verdiği değeri ortaya koyan ve bugün, Türk Dil Kurumu Arşivi’nde daktilo edilmiş metinleri içeren bir dosya halinde saklanan8 bu yazı dizisinden, yayınlanmamış bazı notları ilk defa gün ışığına çıkarırken, Atatürk’e ait düşünsel bir hazinenin kapısını aralayan İsmail Müştak Mayakon’u da rahmetle anıyoruz.
BİR GECENİN HATIRASI
1937 senesi ilkteşrini 2/3 Pazar gecesi… Park Oteli’ndeyiz. Atatürk, bir genç Türk zabitinin evlenme törenini şereflendirdikten sonra otelin üst kat salonunu şereflendirdiler. Salon çok kalabalıktı. Ulu Önderi doya doya görmek tahassürünü taşıyan yüzlerce gönül ona teveccüh etmiş bulunuyordu.
Geniş, zengin ve feyizli mevzular üzerinde dolaşan musahabe bir aralık musikiye intikal etti.
Atatürk bütün hazır bulunanlara hitaben şu suali irat buyurdular:
–Musikinin bir insan sosyetesindeki faydalı tesiri hakkında söz söylemek isteyenler lütfen nokta-i nazarlarını birkaç kelime ile izah ederler mi? Bu söylenecek sözler, Türk camiasının musiki hakkındaki duygularının vesikaları olacaktır.
Sofrada hazır bulunanlardan ilk söz alan, kadın tayyarecilerden Bayan Naciye Toros oldu. Bayan Toros aynen şu sözleri söyledi:
–Benim fikrimce musiki insanları toplu çalışmaya sevk eden âmillerin başında gelir. Bunun en yakın misalini kendi nefsimde, kendi mesleğimde gösterebilirim. Biz tayyareciler, sabahları uçuşa gitmek için sahaya yollanırken şarkı söyleriz. Bu şarkıların verdiği neşe ile o gün yaptığımız uçuşlar daha güzel olur. Güzel bir uçuştan dönüp yerimize giderken yine şarkı söyleriz ve bu şarkılar bizi ertesi gün için daha muvaffakiyetli uçuşlar yapmak için teşvik eder.
Tenkit
Atatürk, Bayan Naciye’nin sözleri üzerine şu mütalâayı irat buyurdular:
–Bayan Naciye Toros’un sözlerindeki necabeti takdir ederim. Ancak bu sözler musikinin ne olduğunun değil, bir insan cemiyeti ve bilhassa bu cemiyette bir mesleğin aşıkları üzerinde yapacağı muhakkak olan tesirin ifadesidir. Temenni ederim ki Bayan Naciye Toros bu güzel ve tatlı musikinin tesiri altında mesleğine devam etsin ve muvaffak olsun.
* * *
İkinci söz alan kadın tayyarecilerden Bayan Yıldız şu sözleri söyledi:
–Musiki insanlar için bir ihtiyaçtır, bir gıda-yı ruhtur. Bilhassa neşeli ve kederli zamanlarda musiki dinlenirse insan kendini daha iyi anlar. Biz uçuşlarımıza giderken de, uçuşlarımızdan dönerken de şarkı söyleriz; ve bu şarkılar bizi daha iyi uçmağa teşvik eder.
Tenkit
Atatürk, şu mütalâaları beyan buyurdular:
–Bayan Yıldız’ın musiki mefhumu hakkında söylediği sözleri takdir etmemek mümkün değildir. Temenni ederim ki kendisi, musikinin filozofisini ve orijinalliğini anlamaya ihtiyaç duymadan onu kendi mesleğinde yetiştirici ve kendisine şevk, gayret ve enerji verici bir kuvvet olarak tanımakta devam etsin.
* * *
Sofrada hazır bulunanlardan General Naci Eldeniz’in kızı Bayan Perihan Eldeniz söz aldı:
–Musiki insanları beraber hareket ettirici bir vasıtadır. Bu, musikinin en büyük vasfıdır. Musikinin birçok güzellikleri, faydaları olabilir. Millet işine en büyük faydası fertleri beraber hareket etmeye, büyük işleri birlikte gördürmeye vasıta olmasıdır. Bunun en büyük misali Atatürk’ün nutuklarındaki musikidir. O, bütün bir milleti sözlerinin kuvvetli musikisiyle arkasında sürüklemiş ve ebediyen sürükleyecektir.
Tenkit
Atatürk, Bayan Perihanın sözleri hakkında şu mütalâada bulundular:
–Bayan Perihan’ın musiki hakkında duyguları çok temiz ve inkılâp hayatı yaşamış ve yaşamakta olan Türk milleti için enteresandır.
* * *
Söz sırası Dr. Saim Ali Dilemre’ye gelmişti. Bay Dilemre musiki hakkındaki düşüncelerini şu sözlerle izah etti:
1- Fikrimce musikinin his ve fikir bakımından içtimaiyat üzerindeki tesirlerini tahlil etmek çok güçtür. Yalnız denilebilir ki musiki insan hayatının her devrinde ve her yaşta büyük bir ihtiyaçtır.
2- Hatta dikkat edilirse bu ihtiyaç insandan gayrı mahlûkatta da vardır ve musikinin onların hayatı üzerindeki tesiri meydandadır.
3- Bülbüller, kuşlar eşlerini çağırdıkları zaman, ve toplanıp ahenk yaptıkları zaman müracaat ettikleri vasıta musikidir.
4- Ufak çocukları büyütmek için söylenen ninni, mekteplerde çocuklara ve hatta Anadolu’nun bazı yerlerinde alfabeyi musiki ile öğretirler. Beşeriyet birçok ahvalde musikiye müracaat etmiştir. Muharebelerde askeri teşci eden, kederli zamanlarda insanlara teselli veren musikidir. Öyle ki insanların kendi dilinin yanında bir de musiki dili vardır. Bu, bir ihtiyaçtır. Buna şiddetle bağlıyız. En iptidaî milletler bir tek telden bir saz, bir kamış parçasından bir ney yapmışlardır. Çöllerde, dağ başlarında hiçbir şeye malik olmayan bir adamın saza benzer bir âleti vardır. Biz musiki ile âdeta tegaddi ediyoruz. Yukarıda tahlil güçtür dedim amma, bir kavmin medeniyeti ne kadar ilerlerse musikisi de o nispette yükselir. İnsanın içtimaiyatında musikinin mevkii çok büyüktür.
Tenkit
Atatürk, şu mütalâaları beyan buyurdular:
1- Muhterem doktorun musikiyi izah için ilk kullandığı cümlenin manası ancak çok mütereddit bir anlayışın ifadesidir. Yoksa musikinin sosyete üzerindeki tesirini anlamakta hiçbir münevver ve medenî insanın tereddüde düşmesine imkân yoktur.
2- Profesörün ikinci cümlesi ilk cümlesini tamamen nefyeder mahiyettedir.
3- Musiki hayvanların ve kuşların ötmesi demek değildir. Bu ötüşler musiki kelimesiyle ifade olunamaz; çünkü musiki, hatta tabiatın bile tanzim edemediği bir ulvî ahenktir. Onu yalnız ve ancak insan zekâsı ve insanın yüksek duygusu tanzim edebilir.
4- Profesörün bu son sözleriyle ne birinci ve ne de ikinci cümlesinin ifade ettiği manada mantık yoktur. Gerçi bir anne çocuğunu büyütürken ninni diye bir nağme9 , gerçi bir ordu savaşa yürütülürken yine bir nağme söylenir; fakat ne çocuğu büyütmek için ne de bir asker kuvvetini düşmana sevk etmek için kullanılan musiki nağmesi tabiatın sersem, serserî ve şimdi kulaklarımızı berbat ve harap eden intizamsız sadalarından çıkmış değildir. Onlar insan zekâsının uzun zaman içinde bulabildiği, tanzim edebildiği, faal kılabildiği şuurlu ahenklerden ibarettir.
* * *
Söz sırası Bay Hafız Saadettin’e gelmişti. Hafız Saadettin şu sözleri söyledi:
–Musiki bediî hislerin nağme ile ifadesinden başka bir şey değildir. İnsan için üç türlü ifade yolu vardır: 1- Nutuk ki buna kalem dahi dahildir. 2- Resim. 3- Terennüm, teganni, nağme.
Bediî hisleri ifade için insanın yegâne vasıtası musikidir. Musiki medarı tesellidir. Musiki hamasiyata hız veren bir vasıtadır. Musiki bir vatandır. Herhangi bir fert, mensup olduğu cemiyetin musikisinden başka bir musiki ile imtizaç edemez. Dünya kuruluşunda musiki nutuktan evvel başlamıştır. Bir çocuk evvela terennüm eder, ondan sonra konuşur. Bilhassa sosyete hayatında ve içtimaiyatta musikinin mühim mevkii vardır. Herhangi bir şadımanlık töreninde, meserret merasiminde bunun yoksunluğu bir eksiklik olarak görülür. Hülâsa musikisiz, cemiyet değil fert dahi yaşıyamaz.
Tenkit
Atatürk, şimdi bazı sualler soruyorlar:
Soru : - Bediî hisler nedir?
Cevap : - Karakter taşıyan güzel duygu.
Soru : - Karakter ne demek?
Cevap : - Bir vasfı olan duygu.
Soru : - Bu ne demek?
Cevap : - Bir ide.
Atatürk’ün Tenkidi:
–Bunlar yeni10 kelimelerdir. Derhal yanlış bir tenkit yapmamak için sormak ihtiyacını duymuştum. Söz söyleyen arkadaş hassas, duygulu ve musikiyi çok iyi bilen bir arkadaştır. Tekrar soruyorum:
İde ne demek?
Cevap : - Bir insanın duyduğu, emel ettiği, tasavvur ettiği veyahut gördüğü bir şeyi nağme ile ifade etmesidir.
Nağme ne demek?
Cevap : - Birkaç sesin bir araya gelmesi demektir.
Bu tarz düşünce gayri ilmîdir. Çünkü insanlar insan oldukları, insanlıklarını idrak ettikleri dakikada şiir ve edebiyatı kendileri için yegâne medarı hayat telâkki etmekten çok uzak idiler. Mevzubahs olan musiki ise beşer hayatının çok ileri gidişinden sonra insanlara mümtaz bir vasf olarak kıymetini göstermiştir. Musiki denilen mefhum insanların kafasında daha yok iken ondan ilham almışlardır. Onlar insan olduktan çok ve çok zaman sonra musiki denilen şeyi tabiatın karma karışık gürültü ve patırdılarından istintaç ederek yüksek insan zekâsıyla kurmuşlardır. İşte bu insan zekâsının tabiatın karma karışık gürültülerine galebesidir ki musikiyi vücuda getirmiştir. Ve en nihayet sosyete teşekkül ettikten sonra musiki fikir hayatında muayyen yerini almıştır. Bir içtimai heyette hayatta bunların hiçbiri olmaksızın da insanlık fikir üzerine yaslanan temelini kurmuştur. Musiki insanlığın ilk temel taşı değil, son ve yüksek insanlığın zînet taşıdır.